Batı’nın müdahaleci politikası Afganistan, Libya, Irak’ta başarısızlığa uğradı

Batı’nın müdahaleci politikası sadece Afganistan’da başarısız olmadı. Irak ve Libya’da da elde edilen sonucun bir başarı olduğunu söylemek zor. Peki neden? Kersten Knipp’in konuya ilişkin analiz DW’de yayınlandı…

Afganistan’da NATO birliklerin çekilmesi son hızla devam ediyor. Geride bıraktıkları ülke ise istikrarlı demokratik koşullara sahip olmaktan bir hayli uzak, ülkenin geniş kesimleri Taliban’ın kontrolü altında. Batılı siyasetçiler ve stratejistler bir bölgenin siyasi kültürünün kağıt üstündeki kadar kolay değişmediğini bir kez daha anlamak zorunda kalıyor. Teoride iyi gözüken, tıpkı 2004 yılında kabul edilen ilerici ve liberal görünümlü Afganistan anayasasında olduğu gibi, yerelde etkili olamıyor.

Büyük beklentiler

Afganistan, Batı müdahalelerinin önüne koyduğu hedeflere ulaşamadığı tek yer değil. Irak da boşa çıkmış ümitlerin ülkesi, en azından 2003 yılında ABD işgali sırasında ilan edilen beklentilere bakılırsa öyle.

“Ortadoğu’nun kalbinde özgür bir Irak’ın kurulması küresel demokratik devrimde bir dönüm noktası olacak.”

Kasım 2003’te dönemin ABD Başkanı George Bush böyle demişti. Bugün ise Irak, kendisinden daha güçlü olan komşusu İran karşısında kendi ayakları üzerinde durabilmenin kavgasını veriyor.

Libya’da da diktatör Muammer Kaddafi’nin NATO tarafından devrilmesi sonrası beklentiler karşılanmış değil. Nisan 2011’de yayınladıkları bildiride dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron, “diktatörlükten kapsayıcı bir anayasa sürecine geçişin” başlaması için Kaddafi’nin devrilmesinin şart olduğunu ifade etmişti. Ancak yaşanan, 10 yıl süren bir savaş oldu. Daha bu yıl savaşın tarafları, anayasa ve parlamento seçimlerinin Aralık 2021’de yapılması konusunda uzlaşmayı başardı.

Libyen Bürgerkrieg Rebellen Panzer

Batı’nın talepleri ve Afganistan gerçekliği

Tüm bu başarısızlıklar ya da beklentilere göre mütevazı sayılabilecek başarılar neden kaynaklanıyor? Özünde müdahalede bulunan ülkelerin istekleriyle bölgenin siyasi gerçekliği arasındaki uyuşmazlıktan… Alman barış ve çatışma araştırmacısı Conrad Schetter, “Afganistan’ın Kısa Tarihi” adlı kitabında Batılı devletlerin karşı karşıya olduğu temel zorlukların çerçevesini çiziyor. Bunlar arasında “zorlayıcı doğa şartları, kentle kır arasındaki çelişki, aşırı yörecilik ve kültürül heterojenlik” yer alıyor.

Tek tek toplum tabakalarının toplum tasavvurlarının farklı olması da bunlara ekleniyor. Schetter, “İnsan hakları ve demokrasinin hayata geçirilmesi ya da kadınlara eşitlik, kentli topluma göre yeterince hızlı hayata geçmezken kırsal nüfusun geniş kesimleri bu prensipleri İslami olarak görmüyor” diyor. Taliban o nedenle Güney Afganistan’ın kırsal bölgelerinde geniş bir destek bulabiliyor. İslam araştırmacısı Stefan Weidner de “20 yıl boyunca Alman ordusu koruması altında Afgan kadınlarına Alman kadınlarının sahip olduğu haklar ve Alman hukuk devleti sunulurken şimdilerde Taliban ile müzakerelerde bulunmak bir yenilgi anlamına geliyor” diyor. Weidner, Batılı devletlerin sadece Afganistan değil Libya ve Irak’ta da çok yüksek ve ütopik hedefler belirlediği inancında.

Büyük yatırımlar, görünmeyen kazanç

Batılı devletler ve uluslararası kurumlar hedeflerine varabilmek için büyük miktarlarda yatırım yaptı ve bunu birliklerin geri çekilmesine rağmen de yapmaya devam ediyorlar. Geçen yılın Kasım ayında Afganistan için düzenlenen donörler toplantısında yaklaşık 10 milyar 100 milyon euro bağış toplandı. Bu paranın gelecek dört yıl içinde ülkeye aktarılması planlanıyor.

Zenith dergisinin yayıncılarından Ortadoğu uzmanı Daniel Gerlach, savaş bölgelerinde yapılan bu tür harcamaların bir yanılsama olduğunu kaydediyor. Deutsche Welle’ye yaptığı açıklamada Gerlach, harcanan paranın çok az bir kısmının topluma ulaşabildiğini, bölgede personel, büro ve güvenlik harcamalarının ise son derece yüksek olduğunu ifade ediyor. Üst düzey bir diplomatın ya da Batılı bir kuruluş çalışanının bir proje başlatması halinde zırhlı askeri konvoylar, silahlı güvenlik gibi önlemler almak zorunda kaldığını ve günlük harcamanın binlerce euroya çıktığını söylüyor.

Gecenin efendileri

Gerlach’a göre kendi güvenliğini sağlama mecburiyeti, Afganistan gibi kriz bölgelerinde askerlerin güvenliği sağlama yükümlülüğünü belli koşullarla sınırlı sanmalarına neden oluyor. “Bu sadece değil ama bilhassa geceleri böyle. Askerler kışlalarındayken Taliban köylerde oluyor” diyor. Taliban köylülere geceleri onlardan ne talep ettiğini anlatıyor. Köylülerin bu beklentileri yerine getirmemeleri halinde ise bu kez Taliban bu kez daha büyük baskı araçlarıyla geliyor. “Irak’ta da birkaç yıl önce benzer bir durum vardı” diyen Gerlach, “Gün içinde güvenlik güçleri gece ise IŞİD hâkimdi” diyor.

Libya’da devletin içeriden çökmesi

Yüksek mali harcamalar ülke içindeki temel sorunları yönetmeyi de beraberinde getirmiyor. Siyaset bilimci Wolfram Lacher Libya iç savaşı ile ilgili kitabında devletin nasıl içeriden çöktüğünü ve buna bağlı olarak muhatap bulmakta yaşanan zorluğu anlatıyor. Hemen her kentte yeni ittifaklar oluşturan rakip gruplar var. Dışarıdan bu grupların teşhis edilmesi zor. Lacher, “Kamusal görünürlüklerini daha belirgin hale getirmek ve açık net bir kurumsal kimlik kazanmak yerine silahlı gruplar sürekli isim değiştirerek kendilerini kamufle ediyorlar” diyor.

Diğer bir deyişle NATO, devlet yapısının tepedeki adam olmadan nasıl ayakta kalacağına dair herhangi bir fikri olmadan bir Libya’da diktatörü devirmiş oldu.

Irak Protesten nach dem Tod von Ihab al-Wazni

Irak’taki yanlış tercihler

Irak’ta da müdahale eden güçler temel hatalar yaptı. “Gönüllüler Koalisyonu” 2003 yılında ülkeye girdikten sonra Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanı ABD’li diplomat Paul Bremer, yoğun sonuçları olan bir dizi karara imza attı. Devlet kurumlarını özelleştirdi, devrik diktatör Saddam Hüseyin’in liderliğindeki Baas partisini ve Irak ordusunu feshetti.

“Irak macerası eğer daha sorumluluk sahibi, daha az ideolojik, daha az kendi arpalıklarını düşünen aktörler tarafından sürdürülmüş olsaydı daha mutedil sonuçlanabilirdi.” İslam bilimci Weidner bu fikirde. Komşu ülkelerin “Şer Ekseni” söylemi ile tehdit etmek yerine sürece dahil edilebilmiş olması halinde felaketin bu denli büyük olmayacağını sözlerine ekliyor. Weidner, “Saddam ile iş birliği yapmış ya da yapmak zorunda kalmış olan Iraklıların hepsi düşman ya da parya olarak tanımlanmış olmasaydı direniş daha az olacaktı” diyor.

Kaynak: Deutsche Welle Türkçe