Rusya mı Süper Güç mü? (2)

Bir önceki yazımızda, Rusya’nın son dönemlerde etkin ilişkiler yürüttüğü ülkelerdeki faaliyetlerine kısa kısa değinmiştik. Bu yazıda ise Türkiye ve NATO ile ilişkilerine mercek tutarak “Rusya ne istiyor” sorusu üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Rusya’nın Türkiye’si

Soğuk Savaş döneminde NATO’dan yana tavır alan Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bölge ülkeleri ile iyi ilişkiler kurdu. Rusya ile de seviyeli kazan-kazan çerçevesinde ilişkilerini devam ettirdi. Türkiye Kırım’ın ilhakını tanımadığını açıkladı. Bu tarihten sonra Rusya’nın Suriye’de Esad lehine faaliyet göstermesi, Rus uçaklarının Türkiye’nin hava sahasını bilinçli olarak ihlal etme girişimleri ile iki ülke karşı karşıya geldi.

Türkiye’nin Rus jetini düşürmesi belli kesimler tarafından bir zafer olarak lanse edilse de bu olay Türkiye’nin Rusya’nın tahakkümü altına girmesine neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’e defalarca özür mektubu yazdı, ilişkilerin normalleşmesi için aracılar kullandı.

Bu tarihten sonra Türkiye-Rusya ilişkileri eskisi gibi olmadı. Türkiye masada da sahada da Rusya ne derse uygulayan ülke durumuna geriledi. Suriye’de bulunan Türk Askeri Birliklerine Rusya’nın defalarca saldırması sonucu onlarca şehit verildi.

Rusya ile Türkiye arasında S-400 Hava Savunma Sistemi anlaşması yapıldı. S-400’lerin alımından sonra Türkiye’nin NATO ve ABD ile ilişkileri kopma noktasına geldi.

NATO – Rusya Gerilimi

Rusya’nın Ukrayna sınırına askeri yığınak yapması Rusya’nın bu ülkeye savaş açacağı endişelerini doğurdu. Rusya, Ukrayna-NATO ilişkisinden rahatsızlık duyduğunu, ABD’nin eski Sovyetler Birliği ülkelerinde ve NATO üyesi olmayan ülkelerde askeri üs kurmamasını, herhangi bir askeri faaliyette bulunmak için bu ülkelerin altyapısını kullanmamasını ve bu ülkelerle askeri iş birliği yapmamasını istedi.

NATO’nun karşılık olarak Moskova’daki temsilciliklerinin faaliyetlerini askıya alması gerilimi arttırdı. Karşılıklı yapılan açıklamalarda bu sorunun kısa sürede aşılabilir bir sorun olmadığı belirtildi.

Rusya Ne İstiyor?

Peki yakın dönemde bunca olay ile adı anılan, bazılarında baş aktör olan Rusya’nın amacı ne olabilir?

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Batı’nın bir parçası olmaya çalışan, dış ve güvenlik politikalarını buna göre düzenleyen Rusya, Putin’in Devlet Başkanı olmasından sonra bu anlayıştan vazgeçerek ulusal güvenlik stratejilerini yeniden tanımlamaya gitti. Bu tanımlamaya göre askerî gücün ön plana çıkarılarak diğer devletler tarafından kabul edilmesi ve buna yönelik silahlanma, güç gösterisi ve yeni ittifaklar kurulması gerekiyordu.

Kısa sürede istediği “silahlanma” seviyesine gelen Putin, artık diğer yapılması gerekenleri uygun zamanda planlı bir şekilde yapmaya başlayacaktı.

Putin’in 2007 yılında Münih’te yaptığı açıklamadan sonra ülkesini farklı bir strateji üzerine konumlandırdı. Son altı yılda birçok ülke ile ilişkilerini arttırmış ve yumuşak bir siyaset izlemişti. Artık masada değil sahada aktif olmak istiyordu. Aktif olmak ve kazanan olmak. Nitekim güç gösterisi yapabilecek bir seviyeye de gelmişti.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra çift kutuplu dünya düzeninden ABD’nin süper güç olduğu çok kutuplu dünya düzenine geçildi. Artık masada söz söyleyen birçok ülke vardı. Rusya bu düzende etkili bir ülke değildi. Hele ki NATO karşısında konumlanmış bir Rusya’nın en büyük kozu Birleşmiş Milletler’deki veto hakkını kullanarak çalışmaları yavaşlatma veya kitleme gibi pasif reflekslerdi. Rusya bu durumdan hiç memnun değildi. Yeni ittifaklar planının da artık somutlaşması gerekiyordu.

Rusya, ABD ile arasında soğuk rüzgarlar esen İran ile ilişki seviyelerini artırdı. Devlet liderleri karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret ederek ABD’ye adeta meydan okuyorlardı.

Rusya tüm planlarını tekrar çift kutuplu bir dünya için yaptı. Bu kutupların “Atlantik Kutbu” ve “Asya Pasifik Kutbu” olması kuvvetle muhtemeldi. Amaç askerî gücü, ekonomik gücü, jeopolitik avantajları olan ülkeleri bir araya getirerek birinin avantajının diğerlerinin avantajı gibi kullandırılması üzerine kuruluydu. Rusya bundan dolayı, olası “Asya Pasifik Kutbuna” azamî seviyede ülke çekerek kümelenmelerini geniş alanlara yaymak istedi. Özellikle ABD’nin de önüne geçerek en büyük ekonomi olma hayali kuran Çin ile çıkar birlikteliğinin olması hedeflerine ulaşmak için işlerini kolaylaştırdı.

Rusya’nın içinde bulunduğu kutbun sınırının Türkiye’nin doğusundan veya batısından geçmesi kuvvetle muhtemel. Türkiye’nin gün geçtikçe Rusya’nın silah, askerî araç ve malzemelerine ilgi duyması, ABD’nin de Yunanistan sınırına daha önce görülmemiş şekilde yığınak yapması tarafların Türkiye ile ilgili bir karar verdikleri anlamına geliyor olabilir.

Peki ABD’nin hala süper güç olarak varlığını devam ettirdiği bir ortamda Rusya’nın bu kadar rahat bir şekilde “at koşturabilmesi” normal mi? Burada da karşımıza Donald Trump ismi çıkıyor. Rusya’nın, Trump’ın kazandığı ABD seçimlerinde seçim sonuçlarına etki ettiği iddiaları hâlen konuşulmakta. Trump’ın başkanlık döneminde ABD tüm alanlarda kısmî bir felce uğradı. ABD’nin bu hâli Rusya için eşsiz bir manevra alanı oluşturdu. ABD, özellikle Ortadoğu’da plan kuramaz hale geldi. Başta Suriye’de olmak üzere bölgedeki yeni oyun kurucu Rusya oldu.

Sonuç Olarak

Rusya hayalini kurduğu bu rol için gerçekten de yeterince güçlü bir ülke mi, sorusunu da sormamız gerekiyor? Bence asla değil. En başta, Rusya ekonomik bir güç değil. Rusya’nın ekonomik gücüne bakıldığında bu kadar büyük oyun oynayacağı bir ekonomi tablosu göremeyiz. Rusya ekonomisi ABD’nin onüçte biri büyüklüğünde. Ülke ekonomisi üretimin değil doğalgaz ve petrolün üzerine kurulu. Bu noktada, 2014–2015 yıllarında ABD’nin planlı olarak petrol fiyatlarını 20 dolar seviyesine kadar düşürmesi sonucu Rus Rublesi %50’nin üzerinde değer kaybettiğini hatırlamak gerekir.

Ekonomisinin sağlam ayaklar üzerinde durmaması Rusya’yı askerî alanda daha da saldırgan yapıyor. Ekonomik güçsüzlüğünü, silahlı gücünü ön planda tutarak önemsenmez hale getirmek istiyor.

Rusya hedefine giden yoldaki tüm engelleri ne pahasına olursa olsun aşmak için oldukça kararlı. ABD’nin tek hedefinin insanlığın refahı olduğunu iddia etmemekle beraber; Rusya için insanî ve hukukî değerler asla birer kriter olmadığını da buraya not olarak düşmeliyiz. Önümüzdeki süreçte, Rusya’nın etkisi ile Ortadoğu ve Asya başta olmak üzere farklı coğrafyalarda birçok karışıklık ve önemli gelişmeler yaşanmasını bekleyebiliriz. Rusya tüm bu karışıklıkları kendi lehine çevirme çabasında olacak ve kendisini böyle konumlandıracaktır.