Sancılı Dönemin Kısa Özeti-3 | 2011-2022 Arası

Türkiye’nin Suriye Politikası

AKP’nin Ortadoğu coğrafyasına yönelik dış politikası ve bu temelde Türkiye-Suriye ilişkileri, 2011 öncesi ve sonrası dönem olarak iki şekilde ele alınabilir. AKP, iktidarının ilk yıllarında Batı’ya karşı muhafazakâr, demokrat, insan haklarına saygı gösteren, 1993 Kopenhag Kriterleri çerçevesinde AB’nin değerlerini reddetmeyen bir profil çiziyordu. Ancak diğer taraftan da Müslüman kimliğini öne çıkararak, Müslüman ülkeler ile dindaşlık paydasında bir ilişki modeli geliştirmeye çalıştı. Ancak bu modelin ne kadar başarısız olduğu sonraki süreçte başta Suriye olmak üzere bahse konu Arap ülkelerinin birer birer ilişkilerini koparması ile kendisini belli etti.

Türkiye Antipatisi

AKP’nin özellikle iç kamuoyuna yönelik yürüttüğü Osmanlı mirasçısı pozları Arap toplumlarında da nispeten alıcı buldu. Ancak bu durum, Arap devletlerinin liderlerince pek rağbet görmedi. AKP rejiminin iki veya daha fazla boyutlu çelişkili ilişkiler manzumesi, şahsi menfaatler üzerine kurulu ilkesiz duruşu, içi boş hamasi söylemleri Türkiye’ye karşı duyulan antipatiyi pekiştirdi.

2010 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ tıpkı diğer otokratik Arap rejimlerinde olduğu gibi etkisini Suriye’de de gösterdi. 26 Ocak 2011 tarihinde iktidar karşıtı gösteriler düzenlenmeye başladı. 15 Mart günü ise gösteriler ülke çapına yayıldı ve Esad’ı tehdit eder duruma geldi. Batı ülkelerinin de desteğiyle örgütlü bir koalisyon halini alan Suriyeli muhalifler ile Esad rejimi arasındaki çatışmaların şiddeti hızla arttı. Halkın reform talepleriyle başlayan ayaklanmalar, hükümetin güç kullanarak bastırmayı tercih etmesinden dolayı sivil direnişe doğru evrildi.

Suriye’deki gelişmelerle ilgili Türkiye tarafından ilk açıklama Dışişleri Bakanlığı tarafından 25 Mart 2011 tarihinde yapıldı. Bu açıklamada, yaşananların kaygı verici olduğu, ancak Esad yönetiminin reform konusunda attığı adımları ve verdiği sözleri destekledikleri, bu süreçte reform konusunda gerekli yardımların yapılacağı ifade edildi.

Fidan ve Davutoğlu Suriye’de

AKP rejimi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan gibi isimleri göndererek reform sürecinde Türkiye’nin Suriye’ye yardımcı olabileceği mesajını Suriye yönetimine iletti. Başlarda Suriye’deki şiddet olayları Batı ve ABD tarafından tepkiyle karşılanırken AKP rejimi aksine daha temkinli bir siyaset izledi. Bu siyaset tarzında Erdoğan’ın Suriye ile akçeli ilişkilerinin de etkili olduğunu düşünmemek elde değil. Zira Suriye’de protestoların başladığı günlerde (6 Şubat 2011) Erdoğan, Suriye ile ortak yapılması gündemde olan Asi ‘Dostluk Barajı’nın temelini atıyordu. Aynı gün ‘Esad kardeş’inin yanına Halep’e giderek, Mısır ve Tunus’ta yaşananlardan ders çıkarması ve reform hareketlerine hız vermesi gerektiğini belirtti.

Erdoğan: “Beşar benim yakın arkadaşım”

Mayıs itibarıyla Erdoğan, Amerikan Charlie Rose Show’a verdiği röportajda, “Beşar benim yakın arkadaşım. Gerekli adımları atmakta gecikti ama çekilme çağrısı yapmak için henüz erken” diyordu. Çünkü bu tarihlerde Erdoğan, ‘Medeniyetler İttifakı’nda Türkiye’nin ağırlığının her geçen gün arttığını, buna başlangıçta sıcak bakılmadığını ama ABD’nin de bunu desteklediğini ifade ederek, Türkiye’nin uluslararası diplomasideki ağırlığı ile gündem belirleyen bir ülke konumuna geldiği mesajını veriyordu. Öyle ki yaptığı açıklamada, Suriye’nin “dış politika olmadığını”, Türkiye’nin iç politikası olarak gördüklerini belirtiyordu.

Ancak Esad hükûmetinin, muhaliflere karşı düzenlediği Haziran 2011 Cizr el-Şuğur operasyonundan kaçan 3.000 Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Bu olay sonrasında Erdoğan “Suriye’nin yaptığı kabul edilemez, bu bir vahşettir.” demecini verdi ve ikinci bir Hama Katliamı yaşanmaması konusunda Suriye’yi uyardı. Bu dönemde Suriye tarafından ilk tepki Dışişleri Bakanı Velid Muallim’den geldi. Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin geri dönmesi konusunda Türkiye’nin yardımını ve pozisyonunu gözden geçirmesini istiyordu. Aynı toplantıda Muallim, kimseden ders almadıklarını, reformlar gerçekleştiği zaman başkalarına demokrasi konusunda ders vereceklerini de belirtti.

Karşılıklı eleştirilerin başlamasıyla, iki ülke arasında yeni bir gerilim süreci başlamış oldu. Sınır bölgesinin Suriye tarafında yaşanan çatışmalar ve sonrasındaki sığınmacı hareketliliği, Türkiye’nin sınırdaki askeri varlığını gözden geçirmesine neden oldu.

“Suriye İçin İstanbul” Toplantısı

Temmuz ayında Suriyeli muhalifler, İstanbul’da bir araya gelerek “Suriye için İstanbul” toplantısını gerçekleştirdiler ve 25 üyeli Ulusal Kurtuluş Konseyi’ni seçtiler. Türkiye bir taraftan reform konusunda Esad yönetimine çağrıda bulunmaya devam ederken, Suriye muhalefetiyle resmen iletişime geçmese de muhalefetin Türkiye’de örgütlenmesine müsaade etti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 8 Ağustos’ta Türk tarafının istek ve taleplerini Esad yönetimine iletmek için Suriye’ye gitti. Görüşmede, demokratikleşme ve reformların hayata geçirilmesi konusunda geç kalınmaması mesajını ileten Davutoğlu, Esad’ın zamanının sınırlı olduğunu da ifade ediyordu.

Davutoğlu’nun bu ziyaretinden pek hoşnut olmayan Suriye yönetimi ile iki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye’ninSuriyeli muhaliflerin örgütlenmesinde daha fazla rol oynamaya başlaması ve 16 Eylül2011’de İstanbul’da Suriye Ulusal Kurtuluş Meclisinin ilan edilmesiyle koptu. Erdoğan, Obama ile görüşmesinden sonra Suriye ile bağlarını kestiğini ve yaptırımlar için çalışma başlatacaklarını açıkladı.

Türkiye, Suriye Muhalefetine Ev Sahibi

Bundan sonra Türk tarafı, Suriye’de rejim ve yapı değişikliğinin gerektiğini, Esad’a çekilmesi yönünde çağrıda bulunarak, aksi halde yıkılıp gideceğini dile getiriyordu. Türkiye, Suriye yönetimine karşı eleştiri dozunu iyice arttırarak sert ithamlarda bulundu. Davutoğlu’nun Suriyeli muhaliflerle doğrudan görüşmesi ve Suriye Ulusal Konseyi (SUK)’nin İstanbul’da resmi ofis açmasıyla birlikte Türkiye ile Suriye muhalefeti arasındaki ilişkiler resmiyet kazandı.

Bir tarafta Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere desteği konuşulurken, diğer yanda Türkiye’ye sığınan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun kurucularından Albay Hüseyin Harmuş’un MİT aracılığıyla Suriye’ye teslim edildiği, daha sonra Harmuş’un işkenceyle öldürüldüğü ortaya çıktı. Ancak Türk Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada bu durumu yalanladı.

Suriye yönetimi, Arap Birliği ile siyasi diyalog süreci başlatma ve şiddete son verme yönünde yaptığı anlaşmaya göre tank ve askerlerini şehirlerden çekeceği sözünü vermiş, siyasi mahkumların salıverileceğini, gazetecilere serbestlik sağlanacağını vaat etmişti. Ancak bu sözlerin hilafına katliamlara devam etti. Bunun üzerine Arap Birliği, 12 Kasım 2011’de Suriye güvenlik güçlerinin muhalif göstericilere karşı şiddet kullanmaktan vazgeçmediği gerekçesiyle, Suriye’ye yönelik bir dizi siyasi-iktisadi yaptırım kararı aldı. Türkiye, resmi bir açıklama ile bu kararı desteğini gösterdi. Bu açıklama sonrasında, Suriye’de Esad rejimi yanlıları, içinde Türkiye’nin de bulunduğu yabancı diplomatik misyonlara saldırılarda bulundu.

Türkiye’den Suriye’ye 9 Maddelik Yaptırım Paketi

Arap Birliği’nin Suriye’ye karşı yaptırım kararından sonra, Davutoğlu, Ankara’da düzenlediği basın toplantısı ile Suriye’ye uygulanacak yaptırımları açıkladı. 9 maddelik yaptırım paketinde, Türkiye toprakları, hava sahası ve kara suları kullanılmak suretiyle üçüncü ülkelerden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin yapılmasının uluslararası hukuka uygun olarak engellenmesi maddesi dikkat çekiciydi. Zira, 27 Mart 2014 tarihinde basına sızdırılanbir ses kaydında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay II. Başkanı Org. Yaşar Güler ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında Süleyman Şah Türbesine yönelik bir saldırı karşısında yapılması gerekenlerin görüşüldüğü toplantıda, Fidan “Oralara 2 bine yakın TIR gönderdik” diyordu. AKP rejiminin kendi koyduğu kuralları dahi hiçe sayması diplomasideki tutarsızlığını bir kez daha ortaya çıkaracaktı.

2012 yılına gelindiğinde, Türkiye ekonomik ve diplomatik yaptırım kararları sonrasında Suriye’ye karşı en önemli stratejisi olarak uluslararası baskıyı arttırma yolunu tercih etti. Suriye’de her geçen gün dozajı artan katliamlar konusunda Türkiye, BM’nin daha aktif rol alması gerektiğini ifade ederken, Suriye rejimine destek veren Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerle ilişkilerde sorunlar baş gösterdi. Rusya ve Çin’in vetosu sonucu BMGK’dan Suriye aleyhine bir karar çıkmaması Türkiye’de hayal kırıklığı yarattı.

SUK Başkanı Burhan Galyun, Paris’te düzenlediği basın toplantısında, ülkedeki muhaliflere yabancı ülkelerden silah sağlanması için askeri temsilcilik kurulacağını ve merkezin büyük ihtimalle Türkiye’de olacağını ifade etti. Akabinde Rusya ve İran, Suriye’deki muhaliflerin Türkiye tarafından silahlandırıldığını iddia etmeye başladı.

İran: Suriye’nin Düşmanları Toplantısı

Mart 2012’de İstanbul’daki Suriye Halkının Dostları Grubu toplantısında Suriye rejiminin meşruiyetini kaybettiği açıklanırken, SUK tüm Suriyelilerin temsilcisi ve muhatabıdır kararı çıktı. Bu toplantı öncesinde, Türk Dışişleri Bakanlığı Suriye muhalefetine desteğini belirtti. İran Meclisi Başkanı Ali Laricani’nin bu toplantıyı Suriye’nin düşmanları toplantısı olarak tanımlaması ve Türkiye’ye emperyalizmin taşeronu demesi ile İran’la da küçük çaplı bir kriz yaşadı.

25 Mayıs 2012’te Esad güçleri tarafından gerçekleştirilen, 108 kişinin öldüğü, 300 kişinin yaralandığı Hule Katliamı sonrasında ise Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nca yapılan açıklamada, “Alçakça” olarak nitelenen bu operasyon nedeniyle Türkiye, Suriye’ye nota vererek tüm diplomatik ilişkilerin askıya aldığını ve Suriyeli diplomatların sınır dışı edileceğini duyurdu.

Türk F-4 Savaş Uçağı Suriye Tarafından Düşürüldü

Karşılıklı diplomatik salvoların yapıldığı bu dönemde, 22 Haziran 2012’de silahsız Türk F-4 savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi iki ülke arasında yeni bir kriz başlattı. Suriye, uçağın Türkiye’ye ait olduğunu fark etmedikleri ve sadece hava sahalarını ihlal eden “kimliği belirsiz” bir uçağa karşı meşru egemenlik haklarını kullandıklarını ifade etti. Türkiye ise uçağın kısa süreliğine Suriye hava sahasına girmiş olduğunu kabul etmekle beraber uluslararası hava sahasında vurulduğunu savundu. Erdoğan, Suriye’yi haydut devlet olarak tanımlayarak, Suriye’ye karşı olan algılarının değiştiğini ve Esad rejiminin artık Türkiye için bir tehdit haline geldiğini belirtti. Bu olay sonrasında Türkiye angajman kurallarını yeniledi, Suriye tarafından sınıra yaklaşan her askerî unsurun tehdit ve hedef olarak değerlendirileceğini açıkladı. Türkiye’nin NATO’dan 4. Madde uyarınca (Üye ülkelerin güvenliklerinin tehdit altında olduğu durumlarda) toplantı talep etti ve uluslararası askeri destek arayışına girdi.

2 pilotun şehit olmasına neden olan bu olayla ilgili olarak, Mart 2014’te basına sızdırılan Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan bir toplantıya ait ses kaydında, Fidan’ın “karşıya dört adam gönderir, 8 füze attırırım” demesinin bir bağlantısı var mıdır?

AKP rejiminin Suriye’ye girme yönündeki ısrarlı çabalarının bir neticesi olarak bir ‘casus belli’ çıkarma denemesi miydi? Belki bir gün bu sorular da cevaplarını bulur.

(Devam edecek)