Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler

  • Kaçakçılık

    Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler | 1

    Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki Suriye-Türkiye sınırında yaşanan olay ve gelişmelerin kriminal boyutu konusunda sadece basında çıkan haberler bile binlerle ifade edilebilir. Bu yoğunluk bize, bu kapsamda yapılacak değerlendirmelerde konunun ne kadar vahim bir durumda olduğunu, iki devlet bölgesinde de otorite eksikliğinin, rüşvet ve yolsuzluğun, devlet mekanizmalarındaki aksamanın, kamu görevlilerinin suça bulaşmasının ve bölgede yaşanan uzun süreli istikrarsızlığın boyutları hakkında bilgi vermektedir.

    Şüphesiz bu konuyu tüm boyutları ile ele almak, yaşanan gelişmelerden sağlıklı bilgiler alabilmek ve doğru değerlendirmelerde bulunabilmek gerçekten de oldukça zordur. Ancak bölgeyi tanıyan, bu bölgede görev yapmış, bölge insanının karakterini, kültürünü, örf ve adetlerine aşina, aynı zamanda güncel gelişmeleri iyi bir şekilde takip eden kişilerin yapacakları değerlendirmeler önemlidir.

    Biz bu çalışmamızda Suriye-Türkiye ilişkileri bağlamında ortaya çıkan kriminal konuları genel anlamda kaçakçılık, uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, petrol kaçakçılığı, silah kaçakçılığı ve tarihi eser kaçakçılığı boyutlarıyla ele almaya çalışacağız.

    İstikrarsızlık yaşanan bir bölgede insanların geçimlerini temin etmek ve hayatta kalmak için kaçakçılığa başvurmaları yaşanan güncel şartlar altında doğal bir sonuçtur. Ancak Suriye ile Türkiye arasındaki sınırda yaşanan kaçakçılık sorunu, neredeyse Osmanlı devletinin yıkılması ile birlikte başlayan ve bugüne kadar devam eden bölgesel bir realitedir.

    Öyle ki, Cumhuriyetin ilk yıllarında bile bu sorunun çözümüne dair hazırlanmış pek çok rapor bulunmaktadır. Yani genç Türkiye Cumhuriyeti dahi durumun hassasiyetini görmüş ve tedbir almak için çeşitli çalışmalar yürütmüştür. Ancak yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülke yönetimi, ne yazık ki tüm fonksiyonlarıyla tam anlamıyla modern çağın gereklerine uygun çözümler üretemediğinden, bu sorun bugüne kadar kalıtsal bir hal almıştır.

    Suriye – Türkiye Sınırındaki Kaçakçılığın Tarihine Kısa Bir Bakış

    Günümüzde Suriye toprakları içerisinde kalan Halep ve Şam birer vilayet merkezi olarak 1918’e kadar Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisindeydi. Bölgedeki doğal ticaret güzergâhlarından birisi de İskenderun-Antakya ve Halep güzergâhıydı. Bu ticaret güzergâhı Halep’ten sonra Basra Körfezi’ne kadar uzanıyordu.[1] Antakya ve İskenderun havalisi Halep vilayetine bağlı birer kaza merkeziydiler. Ancak 1. Dünya Savaşı’ndan sonra buralardaki siyasi durum değişti. Şam ve Halep vilayetlerinin de bulunduğu pek çok toprak Osmanlı Devleti’nden ayrıldı. Dolayısıyla burada normal şekilde seyreden ticari faaliyetler artık kaçakçılık hüviyetine girmiş oldu. Bu gelişmeden önce bölgede kaçakçılığın yapıldığı tek yer bölgenin dış dünya ile bağlantısını sağlayan İskenderun Limanı’ydı.[2]

    Bundan sonra ise durum önü alınması güç bir probleme dönüşecektir. Zira eskinin ticaret yapan esnaf ahalisinin pek çoğu artık bölgeyi, güzergâhları ve bağlantı kurulacak kişileri yakından tanıyan profesyonel birer kaçakçıya dönüşmüşlerdi. Müteakiben gerek kaçakçılığın oldukça karlı olması gerekse arazi özellikleri nedeniyle İskenderun Limanına ilave olarak diğer bölgeler de yoğun bir şekilde kullanılır oldu.

    Zira birçok nokta, atlı veya motorize devriye intikallerini çok zorlayacak kadar taşlık olduğundan, devriyelerle kaçakçı takibi neredeyse imkânsızdı. Bunun yanı sıra bu kısımdaki mevcut etnografik ve demografik yapı da kaçakçılık imkânlarını kolaylaştırmaktaydı. Suriye sınırları içerisinde kalan bölgeler ile sınırın Türkiye tarafında bulunan arazinin tamamında Kürt ve Arap köyleri mevcuttu. Bu bölge ahalisinin akrabalık durumu ve konuştukları dil itibariyle aralarındaki sıkı münasebetler, kaçakçılık faaliyetlerini etkiliyordu. Türkiye’den Suriye’ye daha çok canlı hayvan, Suriye’den Türkiye’ye de çeşitli eşyaların kaçakçılığı yapılmaktaydı. Bunlar doğal olarak iki taraftaki fiyat dalgalanmalarına ve kârlılık ile mevcudiyet durumlarına göre değişim gösterebilmekteydi.

    Kısacası Cumhuriyet tarihi boyunca bölgedeki kaçakçılığın nedenleri araştırılmış ve bu araştırmalarda önde gelen sebepler olarak coğrafya, etnik yapı, ekonomik dalgalanmalar ile devlet politikalarındaki tutarsızlıklar öne çıkmıştır.

    Günümüzde ise aynı temel nedenlere ilave olarak Suriye tarafında yaşanan istikrarsızlık ve Türkiye’de 15 Temmuz sonrası yaşanan “defacto” durum ile oluşan, ordu ve kolluk kuvvetlerinin aşırı derecede siyasallaşması nedeniyle tüm asayiş konularında olduğu gibi kaçakçılık konusunda da zafiyetler yaşandığı apaçık ortadadır.

    Suça bulaşan, görevini ihmal eden, rüşvet ve yolsuzluklara bulaşan ve hatta yeterli niteliklere sahip olmayan devlet görevlilerini konu kapsamı dışında tutarak yapılan değerlendirmelerde şu hususlar dikkat çekmektedir:

    Mesela sınırın çok geniş olması ve bu nedenle sınır karakollarının birbirine olan mesafesi bu konuda önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak günümüzdeki teknolojik gelişmeler neticesinde bunun hiçbir mazeret teşkil edecek yanı kalmamıştır.

    Özellikle 2012 yılından bu yana Suriye’deki istikrarsızlığın kaçakçılara çok geniş bir hareket alan tanıdığını görmekteyiz. Bu durum uluslararası önde gelen basın kuruluşlarının da dikkatini çekmiş ve zaman zaman haberlere konu olmuştur.

    Örneğin, Financial Times gazetesi dünya haberleri sayfasında, Suriye’deki çatışmaların sınır kaçakçıları için büyük bir hareket alanı yarattığını yazmıştır.

    Michael Peel ve Daniel Dombey imzalı yazı özetle şöyle:

    “Kaçak petrolle dolu bir düzine traktör çamurlu patikada Suriye’den Türkiye’ye doğru ilerlerken, Abdo adlı Türk çiftçi “Böyle kaçakçılık yapmak çok zordu” diyor. Sonra ellerini ovuşturarak ekliyor: ‘Ama şimdi her şey çok iyi.’

    Sınırın öte yanındaki kan ve çatışmalarla bu taraftaki keyif büyük bir tezat. Suriye’deki çatışmalar, uzun sınır boyunca büyük bir kâr kapısı açmış.

    Hacıpaşa’da adının Ebu Muhammed olduğunu söyleyen biri ‘Artık burada bir sınır yok’ diyor. Suriye’nin 900 kilometrelik Türkiye sınırı, Beşar Esad rejimi, muhalifler ve sıradan Suriyeliler için çok önemli.

    Avrupa’nın sınırındaki istikrarlı bir ülkeden, Suriye’nin hem ticaret merkezlerine hem çatışma bölgelerine açılan bir köprü…

    Sınır kaçakçılığı uzun yıllardır yapılıyor. Özellikle petrol çok kârlı.

    Hacıpaşa Belediye Başkanı Memet Faruk Hansa, kaçakçılığın daha kârlı olduğunu gören çiftçilerin bu işe başladıklarını anlatıyor.

    Burada yaşayanlar Türk askerlerinin kaçakçılığa ses çıkarmadıklarını söylüyor. Bir Türk yetkili ise bu iddiayı reddediyor ve ‘O kadar eminlerse kaçakçılığı gündüz askerlerin gözü önünde yapsınlar’ diyor.

    Ertesi gün Abdo ve diğerleri günün ortasında sevinçle sınırın bir o tarafına bir bu tarafına geçip duruyorlar. Olabildiğince çok para kazanma derdindeler. ‘Kim bilir?’ diyor birisi ‘Belki yarın bizi durdururlar.”

    Dikkat ederseniz haberde konu olan çiftçi, eskiden kaçakçılığın çok zor olduğunu ama mevcut durum nedeniyle kendilerine kaçakçılık konusunda oldukça geniş bir alan açıldığından bahsediyor. Bölgeden gelen bilgiler de zaten bu yönde. Dolayısıyla şaşırtıcı bir şey yok.

    Diğer yandan iktisat alanındaki neredeyse tüm otoritelerin hatalı buldukları ekonomi politikaları ile Türkiye Cumhuriyeti hükümeti halkın ekonomik refahını oldukça sıkıntıya soktu. Bu kapsamda bölgede yaşayan pek çok insan için kaçakçılık bir geçim kaynağı hatta bir hayat memat meselesi haline geldi.

    Bir diğer örnek 07 Haziran 2021 tarihinde basına yansıyan bilgi. Sözcü gazetesi internet sayfasındaki haberin başlığı; “Suriye’den Türkiye’ye kaçakçılık tüneli”. Haberde “Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak sınırına örülen beton bloklar, yasa dışı geçişleri ve kaçakçılığı önlerken, Hatay’da Suriye’den Türkiye’ye tünel kazıldığı tespit edildi. Tünelin, sınır geçişlerinin önlenmesi adına Suriye sınırına örülen beton blokların altından açıldığı dikkat çekti.” deniliyor.

    Tünelle ilgili fotoğraflar da ilgili habere ait.

    [1] Ürkmez, Naim. (2016), Doğu Akdeniz’de Bir Liman Kenti: İskenderun (1914-1919), Ankara: Pegem Akademi Yayınları. S.110- 111); Ayrıca, ÇELİK, S. (2020), Hatay-Suriye Sınırında Kaçakçılık (1940), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24 (3), s.1055

    [2] Ürkmez, Naim. (2016), “19. Yüzyılın İkinci Yarısında İskenderun Limanı’nda Yapılan Yolsuzluklar”, Hatay Tarihi ve Kültürü Üzerine Araştırmalar-1 Dr. Mehmet Tekin Armağanı, Ed: Sacit Uğuz, Bülent Arı, Hatay: Mustafa Kemal Üniversitesi Yayınları, s. 152,155; ÇELİK, S. a.g.e., s.1055

  • Uyuşturucu Kaçakçılığı

    Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler | 2

    Kaçakçılık konusu ile bağlantılı olan bir problem de yasadışı uyuşturucu madde trafiğidir. Yükte hafif pahada ağır diye nitelendirilen uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili güncel haberleri takip ettiğinizde durumun ciddi boyutlarda bir tehdide dönüştüğünü rahatlıkla anlayabilirsiniz. Mevcut durum itibarıyla bazı savcılar, hakimler, polisler, askerler, gümrük memurları, mülki amirler dahi bu için içerisinde fiili olarak suça bulaşmış vaziyettedirler. Malumdur ki, Türkiye’de uyuşturucu kaçakçılığı, üst düzey devlet görevlilerinin bilgisi haricinde, büyük baronların kontrolü dışında küçük sevkiyatlar ve istisnalar haricinde yapılamaz. Maalesef günümüzde yapılan adli soruşturmalarda neredeyse hiçbir zaman baronlara ulaşılamamakta ve sadece basit nakliyatlar ve torbacı veya kurye olarak nitelenen en alt kademedeki kaçakçılar yakalanmaktadır.

    2021 yılı sonlarında yayınlanan bir haberde, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın akrabaları ve yakın ortakları tarafından ‘ciddi boyutta’ uyuşturucu ticareti yapıldığı yazıldı. Haberde, uyuşturucu endüstrisinin Suriye’nin yasal ihracatını gölgede bırakarak, ülkeyi dünyanın en yeni “narko devletine” dönüştürdüğü kaydedildi.

    Haberde, üretim ve dağıtımın önemli bölümünün Suriye’deki yönetimin en güçlü figürlerinden olan, Esad’ın küçük kardeşi Mahir Esad’ın komuta ettiği Suriye Silahlı Kuvvetleri Dördüncü Zırhlı Tümeni tarafından gerçekleştirdiği belirtildi. En çok ticareti yapılan ürün ise Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinde popülerliği ile bilinen, bağımlılık yapan uyuşturucu Captagon.

    Ayrıca, bu maddenin Türkiye, Mısır, Yunanistan, İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerde ele geçirildiği hatırlatılıyor. Yetkililer, bölgede uyuşturucu ticaretiyle mücadeledeki en büyük engelin, bunun arkasındaki devlet desteği olduğunun altını çiziyor.

    Trump yönetimi sırasında ABD’nin Suriye özel temsilcisi olan Joel Rayburn, Suriye hükümetinden iş birliği talep etme fikrinin saçma olduğunu zira uyuşturucu ihraç edenin, kelimenin tam anlamıyla Suriye hükümeti olduğunu iddia ediyor ve ekliyor: “Uyuşturucu kartelleri işlerini yaparken başka yöne bakıyor gibi değiller. Onlar uyuşturucu karteli.”

    Güvenlik birimleri, 10 ülkede uluslararası ve bölgesel uyuşturucu uzmanları, uyuşturucu ticareti konusunda bilgi sahibi olan Suriyeliler ve ABD yetkilileri ile yaptıkları görüşmelerin sonucunda bu bilgilere ulaşıldığı da aktarılıyor. Dördüncü Zırhlı Tümeni’nin Tümgeneral Hasan Bilal yönetimindeki güvenlik biriminin, “uyuşturucu ağının sinir sistemi” olarak nitelendirildiği haberde, endüstrinin başlıca diğer figürleri arasında rejime ve Hizbullah’a yakın iş adamlarının ve soyadları sayesinde tüm yasa dışı faaliyetleri gerçekleştirebilen Esad’ın akrabalarının bulunduğunun da altı çiziliyor.

    Siyaset ve iş dünyası figürlerinin, ülke ekonomisini yıkan ve halkı fakirliğe mahkûm eden iç savaş sonucunda, Amerikan ekonomik yaptırımlarını aşarak nakit paraya ulaşmak amacıyla uyuşturucu ticaretine girdiği aktarılan haberde, ülkede uyuşturucu ticaretinin yasal ihracatı geride bıraktığına işaret ediliyor.

    Suriye iç savaşı boyunca Esad rejimi dünyanın önde gelen narkotik kuruluşlarından birine dönüştü. Haşhaş, başlıca uyuşturucu ihracatı arasında olsa da en kazançlı olan, Orta Doğu’da eğlence amaçlı tüketilen hafif bir uyarıcı hap olan Captagon’dur. Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi (COAR) tarafından hazırlanan bir rapora göre, Suriye Captagonunun 2020’deki sokak değeri, ülkenin meşru ihracatının beş katı olan, en az 3.5 milyar dolardı.

    Diğer yandan önemli ve dikkat çekici bir iddia da organize suç örgütü liderliğinden hüküm giyen ve çeşitli suçlardan dolayı aranan Sedat Peker, Youtube da yayınlanan ve Türkiye’de oldukça ses getiren video serisinin yedincisinde Latin Amerika’dan getirtildiğini öne sürdüğü kokainle ilgili iddialarında iki defa Suriye’nin Lazkiye şehrinden bahsetmişti:

    “Kokain önce Kolombiya üzerinden geliyordu. ABD, Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi (DEA) orada çok etkili. Orada sistemi döndüremeyeceklerini anlayınca yeni bir güzergâh çalışması yaptılar. Venezuela’da DEA kontrolü yok. Kolombiya’dan kokaini bu ülkeye geçirmek çok kolay. Oradan gelen mal, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidiyor deniliyor ya, ‘hayır’, Avrupa’da ucuz kokain, burada pahalı, asıl en pahalı olduğu yer Ortadoğu. Suriye Lazkiye Limanı da DEA’nın kontrolünde değil.”

    “Kokain Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra 30-35 metrelik uzun yolculuk yapan yatlarla 500 kilo, 1 ton kokain o şekilde dağılıyor. Özellikle Suriye Lazkiye üzerinden de yapılıyor.”

    Sedat Peker, Lazkiye’nin kuzeyindeki muhaliflere içerisinde askeri malzemelerin de bulunduğu yardım göndermişti. Yani bölgeyle yakından ilgilenen bir figür. Zaman zaman Türk devlet kurumlarıyla çok yakın çalışmaları olmuş birisi ve yasadışı faaliyetler konusunda Türkiye’de bilgisi olduğuna inanılan ve bu konudaki açıklamalarına oldukça değer verilen birisi konumunda.

    Diğer yandan Brüksel’de görev yapan basın danışmanı bir bürokratın aracından yüklü miktarda uyuşturucu çıkması uluslararası arenada oldukça ilgi çekti. Bu konuyla da iniltili olarak, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), Türkiye’nin küresel kokain ticaretine giderek daha fazla dahil olduğunu açıkladı. Ofis tarafından yayınlanan bir rapora göre, Türkiye’de 2014’ten bu yana yakalanan kokain miktarı beş kat artarken, 2020’de yaklaşık iki ton uyuşturucu ele geçirildi. Buna karşılık, Birleşmiş Milletler Ofisi müfettişi Antoine Villa: “Türk uyuşturucu kaçakçılığı mafyası Avrupa kokain pazarında en büyük paya sahip, bunun yanı sıra Türkiye esas olarak Güneydoğu ve Doğu Avrupa’ya giden kokain için bir geçiş ülkesi olarak rol oynuyor.” dedi. Uluslararası basında benzeri haberler çıktığında ise kısa süre içerisinde özellikle İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk unsurları hemen bir operasyon icra edip basına açıklama yapıyor. Birçok kez uluslararası sularda, Suriye’ye ait teknelerde uyuşturucu yakalanıyor ve Türk hükümeti böylece sorunun kendi bünyesinde değil de karşı tarafta olduğunu ima ediyor. Ancak görünen o ki, bölgede hem Türkiye tarafından terörist olarak nitelendirilen Kürt gruplar hem de Türkiye tarafından desteklenen sünni gruplar işin içerisinde. Çünkü bir sırt çantasında taşınabilip bu kadar kar getiren başka bir şey yok. Devlet ve hukuk nerede derseniz o da bu bölge için ne yazık ki çok naif bir soru olmaktan öte bir anlam barındırmıyor.

  • İnsan Kaçakçılığı

    Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler | 3

    Suriye’den Türkiye’ye insan kaçakçılığı da çeşitli önlemlere rağmen devam ediyor. Enteresan olan bu durumdan hemen hemen herkesin bilgisi var. Hatta global anlamda bilinen bir gerçek ise şu ki: Bölgedeki istikrarsızlık nedeniyle aslında sınır çift yönlü olarak yasadışı geçişe müsait. Yeter ki doğru bağlantılara ulaşılsın. Tabii ki doğal olarak yeterli miktarda para ile birlikte.

    Suriye-Türkiye sınırındaki kaçak geçişler sıklıkla tutuklama, sınır dışı ve hatta ölümle sonuçlansa da insan kaçakçıları TikTok gibi sosyal medya platformlarını da kullanarak reklamlarını yapmaya ve Suriyeli gençleri çekmeye devam ediyor.

    Suriye’de giderek kötüleşen ekonomik koşullar ve güvenlik durumu, savaştan uzak düzgün bir yaşam sürmek isteyen pek çok genç insanı Türkiye ve Avrupa’ya kaçmaya yöneltiyor. Özellikle Avrupa’daki yaşam kalitesi doğal olarak Suriyeli gençleri de cezbetmektedir.

    İnsan kaçakçılığı büyük bir suç olsa da Suriye’de yaygın bir hâle geldi. İnsan kaçakçılığı hem komşu ülkelere hem de farklı otoritelerin kontrolünde olan, ülke içindeki bölgeler arasında da yapılıyor.

    Kaçakçılar insanları çekmek için farklı yöntemler kullanıyorlar. Bunlardan biri, Facebook gruplarına verilen ilanlar ya da TikTok’ta yayınlanan videolar. Özellikle gençleri hedefleyen bu ilan ve videolarda insanlar bir an önce harekete geçmeye teşvik ediliyor ve çoğu zaman çok tehlikeli ve zahmetli olan bu yolculuklar keyifli bir gezi gibi sunuluyor.

    Suriye’nin kuzeybatısında kaçakçılık yapan Ahmed El Hamidi Al-Monitor’a verdiği röportajda şunları söylüyor:

    “Önceden Facebook gruplarına ilanlar veriyordum. Ancak birçok kişi riskler konusunda yalan söylediğimi ya da kendilerini Türkiye’ye daha düşük ücrete sokacak başka kaçakçılar olduğunu söyleyerek müşteri toplamamı engelledi. O yüzden başka bir yönteme başvurdum. Bu iş için en iyi platform olan TikTok’a 15 saniyelik videolar koymaya başladım. Videoları çok dikkatli hazırladım. Özel bir çekim kullandım ve arka plana gençlere hitap eden, onları motive eden sesli bir anlatım ekledim.”

    Her kaçak geçiş girişiminin başarılı olamadığını vurgulayan Hamidi şöyle devam etti:

    “Türkiye’ye yönelik kaçak geçiş teşebbüslerinin yüzde 70’i başarısız oluyor. Bazen sınırı geçerken ölümlü olaylar yaşanıyor. Yine de müşteri çekmek için özendirici videolar hazırlıyoruz. Örneğin kendimizi dikenli telleri korkusuzca keserken ya da sınırı koruyan Türk askerlerini atlatırken gösteren videolar çekiyoruz. İnsanlar bunlardan oldukça etkileniyor, izlenecek yolun güvenliği olduğu ve kaçak geçişin dikkatlice planlandığı konusunda ikna oluyorlar.”

    Hamidi şebekelerin nasıl çalıştığına dair de şunları aktardı:

    “Rejim kontrolündeki bölgelerden Avrupa’ya kadar full paketlerimiz var. Taşıma ağımızda farklı otoritelerin kontrolündeki tüm bölgelerde elemanlarımız var. Her elemen güzergâhın uzunluğuna göre pay alıyor. Örneğin Halep’ten İstanbul’a adam kaçırmanın ücreti 4 bin dolar ve bunun içinde [sınırda görevli Türk askerine] verilen rüşvet var. [Rüşvetsiz] kaçırmanın ücreti ise 3 bin dolar.”

    “İdlib’teki askeri hattan Türkiye’ye geçiş 4 bin 200 dolar. Türkiye’den Avrupa’ya geçiş ise 4 bin avro. Bu durumda kaçırılan kişi Sırbistan’a götürülür. Oradan başka bir Avrupa ülkesine devam edecekse 3 bin 500 avro daha ödemesi gerekir.”

    Gelinen nokta itibarıyla Türkiye, Suriyeliler için daha çok geçici bir konaklama yeri. Avrupa’ya geçiş için para kazanmak mümkün, çünkü kayıt dışı ve sigortasız çalışma imkânları çok geniş. Ayrıca Avrupa’ya geçme imkânı bulamayanlar için de Türkiye’de yaşanabilecek bölgeler mevcut. Hem de standartlar hiç de fena değil. Tabi ki Türkiye’deki son ekonomik durumun ve hiper enflasyonun bu konuda ne gibi sonuçlarının olacağı merak konusu ama Suriyeliler kendi mahallelerinde yine kendilerine özgü teşkilatlanma ve organizasyonlarıyla bir şekilde hayatlarını idame ettiriyorlar.

    Türkiye’de ikamet eden Suriyelilerle ilgili bilgiler ise oldukça kısıtlı. İktidar ve muhalefet arasındaki bir siyasi malzeme olması nedeniyle Suriyeli sığınmacılar hakkında gerçeğe uygun ve manipüle edilmemiş istatistiki verilere ulaşmak ise neredeyse imkânsız. Açıklanan resmi veriler ise oldukça şüpheli.

    Kriz Grubu Avrupa Raporu verilerine göre aktif çalışma çağındaki 15-64 yaş arasındaki nüfus Türkiye’de çoğunlukla tekstil, inşaat, ayakkabı imalatı, tarım, mobilya ve mevsimlik tarım işçiliği gibi alanlarda istihdam edilen Suriyeli sığınmacılar düşük gelir düzeylerinde ücretli ya da kayıt dışı işlerde çalışmayı sürdürmektedirler.

    Türkiye’den Suriye tarafına geçişlerin ne kadar vahim durumda olduğunu ise uzun zaman İngiliz medyasında gündem olan Şamima Begüm ile ilgili haberlerde görebiliyoruz. BBC kaynaklarına göre IŞID’e katılmak isteyen gençler Suriye’ye Türkiye üzerinden geçiyorlar. Örneğin, ailelerine günü dışarıda geçireceklerini söyleyen Şamima Begüm, Amira Abase ve Kadiza Sultana Gatwick Havalimanı’ndan Türkiye’ye uçmuşlar, buradan da sınırı geçerek Suriye’ye gitmişler. Haber ayrıntılarıyla incelendiğinde Suriye sınırları içerisindeki terör örgütlerine ulaşmak için kullanılan yol açıkça Türkiye’den geçiyor. Hem de bu yol 15-16 yaşlarındaki kız çocuklarınca dahi aşılanabilecek kolaylıkta.

    Üç kız çocuğu Şubat 2015’te Türkiye üzerinden Suriye’ye geçti.
    Kaynak: BBC Türkçe
  • Petrol Kaçakçılığı

    Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler | 4

    Suriye ile Türkiye arasındaki Petrol kaçakçılığı özellikle Suriye’de yaşanan gelişmelere paralel olarak uluslararası kamuoyunun da oldukça dikkatini çeken bir konu. Reuters gibi önde gelen haber ajansları bu konuda on yıla yakındır pek çok haber yaptılar. Mesela 2013 yılında Suriye’den Türkiye’ye Asi nehri üzerinden yapılan mazot kaçakçılığı Reuters tarafından görüntülenmişti. Türkiye’den de aynı nehir üzerinden Suriye’ye ilaç ve gıda ulaştırılıyordu.

    Hatta Suriye’den Türkiye’ye yapılan akaryakıt kaçakçılığına jandarmanın Hatay’ın Tanışma Köyü’ne yaptığı baskında, kaçak mazotları depolayan ev sahibi panikle binayı ateşe verince 9 kişi hayatını kaybetmişti.

    Sonuçta bu iş çok karlı bir işti ve Türkiye tarafında petrol kat ve kat pahalı satılabiliyordu.

    Günümüzde ise Sedat Peker’in Youtube videosunda Türkiye’de rejime yakın bazı isimlerin Suriye ile aralarında yasa dışı ham petrolün de yer aldığı bir takım ticari faaliyette bulunduğunu açıklaması akıllara Rusya’nın 2015 yılında paylaştığı “IŞİD petrolünün Türkiye’ye sevkiyatı” görüntülerini getirdi.

    Sedat Peker, Suriye’de ticaret yapmak için Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı’ya gidilmesi gerektiğini iddia ederek, “Ona gideceksiniz. Ama bir iki kamyonluk alışverişleri söylemiyorum. Kaçak ham petrol, çay, şeker, alüminyum, bakır, ikinci el araba… Bunlar milyarlarca dolarlık para” ifadelerini kullandı.

    Rusya Savunma Bakanlığı da bu konuda 2 Aralık 2015’te Suriye ve Irak’ta o dönem IŞİD’in kontrolünde bulunan bölgelerden Türkiye’ye 3 ana güzergâh üzerinden ham petrol sevkiyatı yapıldığını açıklayarak, havadan çekilmiş fotoğraf ve görüntüleri kamuoyuyla paylaşmıştı.

    Sedat Peker, konuya başka bir boyut daha getirerek, bahsettiği yasa dışı ticaretten kazanılan paranın kimlerin eline geçtiğine dair de iddiasını açıkladı:

    “5-10 ailenin” cebine gittiğini savundu. “Suriye’de böyle işte. Oradan Türkiye’ye gelen bir lira para yok. Milyarlarca dolar ya! O ticaretten gelen para nereye gidiyor. Murat Sancak, Ramazan Öztürk, Berat’ın (Albayrak) ekibi, bir de El-Nusra. Bu söylediğimin doğru olduğu açık.”

    Rusya Savunma Bakanlığı 2015 yılında yaptığı açıklamasında, “IŞİD petrolünün yasa dışı yollarla sevkiyatına” bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakın ailesinin dahil olduğunu ileri sürmüş ve sadece terör örgütlerinin bu ticaretten günlük kazancının 1.5 ila 3 milyon dolar olduğunu iddia etmişti.

    Rus basınında o dönem çıkan birçok haberde de Rusya, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesini “IŞİD’le doğrudan petrol ticareti yapmakla” suçlamıştı. Rusya Savunma Bakanlığı’nın dağıttığı uydu haritasında petrol tankeri olduğu söylenen araçlar IŞİD’in kontrolündeki bölgeden Türkiye’ye seyir halinde görünüyor. Kremlin’e göre, kamyonlar Türkiye’de aralarında rafinerilerin de bulunduğu üç yere, ardından da üçüncü bir ülkeye gitti. Rusya, elindeki kanıtların sadece bir kısmını açıkladığını söyledi.

    Rusya’nın resmî açıklamalarında iddialarına dayanak olarak basına servis ettiği fotoğraflardan bazıları şunlardır:

    Fotoğraflar Rusya tarafından basına servis edilen fotoğraflardan.

    Diğer yandan Suriye bölgesinde petrol kaçakçılığı oldukça yoğun bir şekilde yapılmakla birlikte oldukça ilkel yöntemler kullanılıyor. Mesela bir bölümü Türkiye’de yer alan Fırat Nehri, Suriye’deki petrol kaçakçılığındaki hızlı artışla birlikte alarm veriyor. İstikrarsızlık ve otorite kaybı kaynaklı petrol kaçakçılığı nedeniyle Fırat Nehri’nin bazı kısımları siyah renkte akmaya başladığı bilgileri medyaya da yansıdı.

    ABD merkezli Orta Doğu üzerine yayınlar yapan Al Monitor’un haberine göre, Batı Asya’nın en uzunu ve bir zamanlar Suriye El Cezire bölgesindeki illerin ana içme suyu kaynağı olan Fırat Nehri, suyundaki artan kirletici oranlarından ötürü gerçek bir felaketle karşı karşıya.

    Hem Rusya tarafından hem de içerde muhalefet tarafından ima ve iddia edilen ise iktidar üyeleri ve akrabalarının bu kaçakçılıktan pay aldığı veya doğrudan bu işin içinde oldukları yönünde. Ancak bu konuda hükme varılmış bir yargı kararı mevcut değil.

  • Silah Kaçakçılığı

    Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler | 5

    Suriye bağlantılı silah kaçakçılığı konusunda basına yansıyan pek çok illegal faaliyet görülmekte. Bu faaliyetlerin içerisinde zaman zaman kamu görevlilerinin de olması ise oldukça vahim bir durum. Münferit faaliyetler dışındaki büyük sevkiyatlarla ilgili iddialar da var. Örneğin, kamuoyunda “Mit Tırları” adıyla bilinen olay. 1 Ocak 2014’te Hatay’ın Kırıkhan ilçesi ve 19 Ocak 2014’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde “MİT tırlarının durdurulması olaylarında” Türkiye’nin Suriye’deki yasa dışı örgütlere silah gönderdiği iddia edilmişti.

    29 Mayıs 2015’te Cumhuriyet gazetesi “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” manşetiyle çıktı. Haberde 19 Ocak 2014’te üç tırın durdurulması operasyonundan fotoğraflar ve bilgiler paylaşıldı. Bu tırlarla Suriye’deki gruplara silah ve cihatçı sevk edildiği iddia ediliyor, kanıt olarak da savcılık dosyasından alındığını belirtilen görüntüler veriliyordu.

    2015 Mayıs ayında Cumhuriyet gazetesinin yayınladığı görüntülerin ardından, AKP hükümetinin “savaş, saldırı ve insanlığa karşı suç” işlediğini savunan Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) konuyu Lahey’e götürmüş ve Uluslararası Ceza Mahkemesinde bazı kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

    Konu çok hassas bir konu olup büyük siyasi ve hukuki sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahiptir. Dolayısıyla başlı başına ayrı bir dosyada incelenmelidir.

    Silah kaçakçılığı konusunda münferit örneklerden iki tanesini buraya almakta yarar var. İlki basına yansıyan haliyle şu şekilde: Suriye’de görevli iki uzman çavuşun, Kilis’teki Çıldıroba giriş kapısında yapılan kontrollerde, yanlarında bulunan bavul ve çantalarda uzun namlulu silahlar, tabanca ve çok sayıda mühimmat ele geçirildi. İki uzman gözaltına alında. Yanlarında bulunan üç adet bavul ve çantanın aranmasında 23 adet kalaşnikof silah, 32 adet kalaşnikof şarjörü, 1435 adet kalaşnikof mühimmatı, bir adet makinalı tüfek mühimmatı, bir adet tabanca ve üç adet 5.56 mm fişek ele geçirildi.

    Diğer haber ise resmi araçla Suriye’den silah kaçakçılığı yapılmasıyla ilgili: Karkamış Gümrük Muhafaza Kaçakçılık İstihbarat Bölge Amirliği ekipleri, ihbar üzerine Suriye’den Türkiye’ye giriş yapmak üzere gelen bir minibüsü durdurdu. Gümrük muhafaza memurları, Sağlık İl Müdürlüğü’ne ait olduğu iddia edilen hizmet aracında yapılan aramada çuval içerisine yerleştirilmiş 13 adet Kalaşnikof marka uzun namlulu silah, bu silaha ait 22 adet şarjör ile 195 adet mermi ele geçirildi.

    Bir diğer önemli gelişme de eski asker ve MİT mensubu Nuri Gökhan Bozkır‘ın yakalanması üzerine ortaya çıkan bilgiler oldu. Alman basınında yer alan başlık şu şekildeydi: “Erdoğan yasa dışı silah ticaretini bilen Bozkır’ı susturmak istiyor.”

    Alman araştırmacı gazetecilik portalı Correctiv, MİT tarafından Ukrayna’dan Türkiye’ye getirildiği açıklanan eski özel harekatçı Gökhan Nuri Bozkır’a ilişkin geniş bir haber analiz yayınladı. Haberde AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Türkiye’den Suriye’deki bazı örgütlere MİT aracılığıyla yapılan silah sevkiyatlarına ilişkin bir şeyler bilen ve bunu paylaşan herkesi susturmaya çalıştığı, bu çerçevede Bozkır’ın Türkiye’ye getirilmesi için özellikle çaba gösterdiği kaydedildi. Haber analizde özetle şu hususlara yer verildi:

    “2011’den itibaren Suriye’deki iç savaşa Türkiye üzerinden giderek daha fazla silah ve mühimmat gidince Bozkır da işin içine girdi. Bir ortakla birlikte, eski Sovyetler Birliği ülkelerinden ve Güneydoğu Avrupa’dan mühimmat satın alarak Türkiye’ye getirmek için bir şirket kurdu. Türk gizli servisi MİT, Bozkır’ın getirdiği silahları Türkiye’nin desteklediği gruplara iletmek üzere Suriye’ye götürülmesi işini organize etti. Bozkır, 2015 yılında ortaya çıkan bir silah sevkiyatı nedeniyle tutuklanmakla tehdit edilince Ukrayna’ya kaçtı. Bozkır’ı, Türk devletinde temas halinde olduğu kişiler uyarılmıştı. Türk yargısı başlangıçta Suriye’ye silah sevkiyatına ilişkin yasa ihlallerini soruşturdu. Ancak son yıllarda AKP iktidarındaki yargı bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetti.

    Türk hükümeti Suriye’ye yapılan silah sevkiyatını bilenlere karşı harekete geçiyor. Bu, örneğin savcıların 19 Ocak 2014’te Suriye sınırında durdurduğu mühimmat yüklü kamyonlar için geçerlidir. Teslimat hakkında bir şeyler bilen veya arka planı netleştirmek isteyen yaklaşık iki düzine kişi hapis cezasına çarptırıldı. Bunlar arasında gazeteciler, bir milletvekili, dört savcı, bir yargıç ve bir düzineden fazla asker yer aldı. Can Dündar, silah sevkiyatını araştırdığı gerekçesiyle 27 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Dündar şimdi Berlin’de sürgünde yaşıyor. Görünüşe göre Türk devleti, Suriye’ye yaptığı silah teslimatlarında Suriye’ye sivil yardım malzemeleri de ulaştıran iş adamlarını veya Türk ordusunun eski üyelerini görevlendiriyordu. Bu kişilerin birçoğu Türkiye’deki bağlantılarıyla çatıştı ve yurtdışına kaçtı. Arjantin’de gözaltında tutulan eski asker Serkan Kurtuluş gibi. Kurtuluş’un, Türk gizli servisi için Suriye’deki iç savaş gruplarına Türk silahlarının dağıtımını üstlendiği söyleniyor. Kurtuluş başlangıçta Gürcistan’a kaçtı. Türk devletinden devam eden kaçışı onu Güney Amerika’ya kadar götürdü. 2020’de Arjantin’de tutuklandı. Türkiye iade talebinde bulunmuştu.”

  • Tarihi Eser Kaçakçılığı

    Türkiye – Suriye Kriminal İlişkiler | 6

    Tarihi eser kaçakçılığı Suriye’de Esad yönetiminin sendelemeye başlaması ve pek çok bölgede kontrolü kaybetmesiyle birlikte hep gündemde oldu. Hepimizin bildiği gibiSuriye’de antik kentleri ele geçiren IŞİD, açıkça tarihi eserlere saldırdı. Görüntüler propaganda amaçlı olarak basına servis edildi ve çeşitli amaçlar için kullanıldı. Ancak arka planda örgütün gelir kalemlerinden en önde gelenlerinden biri de tarihi eser kaçakçılığıydı. Terörist faaliyetlerinin finansman kaynaklarından birisinin de petrol satışlarından sonra Suriye’de yağmalanan tarihi eserler olduğu ve Türkiye’nin de bu eserlerin aklandığı pazarlardan biri olduğu uluslararası yayın organlarında pek çok defa iddia edildi.

    IŞİD ve Tarihi Eser Kaçakçılığı isimli makalesinde yazar Aylin Seçkin Suriye’deki otorite boşluğu sonrası oluşan durumu şu şekilde özetliyor:

    “IŞİD’in Suriye’deki, UNESCO dünya mirası kapsamında olan Palmira’yı istila edişinin ardından, tüm dünyada arkeologlar nefeslerini tutarak, tarihi bölgede yaşanacakları beklemişti. Basit bir fırsatçılık hikâyesi gibi gözüken tarihi eser kaçakçılığı Suriye bağlamında terörü finanse eden organize uluslararası bir suç örgütüne evrilmişti.

    Sadece Suriye’deki al-Nabek bölgesine ait duvar mozaiği ve ikonların satışından onlarca milyon dolar elde ettiği, Amerikan kaynaklarından açıklanan bilgilere göre Suriye’den ABD’ye ithal edilmiş antikalar oldukça fazla durumda. Deklare edilmemiş eserlerin değerinin ise bunun çok çok üstünde olduğu ifade ediliyor. Bu ticaretin toplam değerini tam olarak tespit etmek mümkün olmasa da Amerikan kaynaklarına göre yılda 100 milyon doları bulduğu tahmin ediliyordu. IŞID’ın gelir elde etmek için bu yola başvurması bu sayıların arkasındaki en önemli sebepti.

    Küçük parçalar Türk ve Lübnan piyasalarında lokal alıcılar bulurken, büyük parçalar Batı’ya özellikle İsviçre’ye, Çin’e ve Basra Körfezi ülkelerindeki alıcılara ve koleksiyonerlere ulaştırılıyordu. Gaziantep çarşısında mezarlardan çalınan Roma dönemi vazoların kutular içinde alenen satıldığına pek çok kişi ve hatta gazeteci tanıklık etti. Örneğin tarihi Gaziantep çarşısında antika dükkânı sahibi Harun Unvar, dükkanına gelip ona mermer bir kuş figürünü 220 dolar karşılığında satmak isteyen birini reddettiğini, Suriyeli mültecilerin daha değersiz küçük parçaları satmaya çalışırlarken daha büyük parçaların çalıntı olduğunu ve gizlice, çok büyük paralar karşılığı satıldığını bir muhabire verdiği röportajda ifade etmişti.

    Eski Europol başkanı ve Belçika Federal Polis Konseyi yeni başkanı Willy Bruggeman, IŞİD’in sosyal medya aracılığıyla çok geniş bir çevrede bu satışları gizlice organize ettiğinden ve bu sayede klasik satış kanallarını atlatarak bu satışların izlerinin bulunmasını imkansızlaştırdığından bahsediyordu. Aslında Facebook’un konuyla ilgili gerekli önlemleri almasına rağmen özel mesajlar, Whatsapp, Skype ve SMS yöntemiyle eserlerin fotoğraflarının paylaşıldığı ve çok yüksek fiyatlara satışların dünya çapında gerçekleştirildiği ifade edildi.

    IŞİD militanları kazandıkları topraklara ait tarihi eserlerin değerli olduklarını bildiklerinden bu trafiği kontrol ediyor ve çok ince metotlarla satış ağlarını kuruyorlardı. Bu ticaretin kilit noktalarından biri de Manbij kenti idi. Burada IŞİD’in bu faaliyetleri desteklemek ve vergilendirmek için kurduğu resmi bir bürosu dahi mevcuttu.

    Ancak tarihi eserlerin talan edilmesinden sadece IŞİD değil Esad hükümetinin de sorumlu olduğu düşünülüyor. Esad’ın ordusuna ait askerler de Palmira’da tarihi mezarlara ait rölyefleri çaldıkları Youtube’a yüklenmiş bazı videolarda görülüyor. 12 Şubat 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Suriye’den çıkan tüm Antik Çağ eserlerin ticaretini yasaklayan bir karar aldı.

    Bu satışların doğrudan terörü destekliyor olması hükümetlerin konuya daha hassasiyetle eğilmelerini gerektiriyor. IŞİD’in tarihi eser ticareti ile meşgul aracılar ekibi kurduğu ve Türkiye sınırına antika ticareti için seyahat eden satıcılara silahlı güvenlik eskortu tesis ettiği düşünülüyordu. Irak ve Suriye’de çok sayıda tarihi miras alanını ele geçiren IŞİD örgütü, ‘eserlerin ticaretini’ düzenleyen bu bakanlık, (vergi) para karşılığı kaçakçılara özel yetki veriyordu.”

    Tabi ki zamanla IŞİD’den boşalan bölgelerde yeni güç gruplarının ve çetevari yapılanmaların oluşması kaçınılmazdı.

    Diğer yandan The Independent gazetesinin araştırması, Gaziantep kentinin bölgedeki kaçakçılığın merkezi haline geldiğini ve bu vesile ile terör gruplarının elde ettiği geliri ortaya koydu. Independent muhabiri Isabel Hunter, alıcı kılığına girerek tarihi eser kaçakçılarıyla “Antika anlaşmalarının ana merkezi” diye nitelediği Gaziantep’te bir apartman dairesinde görüştü. Hunter haberinde Hani kod isimli kaçakçının hiyerogliflerle kaplı 4 bin yıllık bir kireçtaşı tabletini laptop çantasından sıradan bir eşyaymış gibi çıkarttığını anlattı. Hunter, kaçakçıların çoğunun Türk olmasına karşılık Hani’nin Suriyeli olduğunu ve “Londra’daki patronuna” anlatması için ellerindeki “hazineleri” sergilemekten çekinmediklerini ekledi. Hunter’a da 13. yüzyıldan kalma Hıristiyan elyazmalarının fotoğrafları ile Farmason ikonografisinin yer aldığı bir kitap gösterilmiş. İki kaçakçıya bakılırsa elyazmaları şu anda Almanya’da bulunuyor.

    Risklerini azaltmak için kataloglarını cep telefonlarına yükleyen kaçakçılar “Ne istiyorsanız size buluruz. Sadece resimlere bakıp istediğinizi söyleyin” demişler. Hunter, resimlerde deri ciltli elyazmaları, Aramice ve Yunanca belgeler, Davut yıldızının bulunduğu eşyalar, afrodizyak özellikleri olduğu öne sürülen antik Mısır parfümlerini görmüş. Aralarına katılan Tarık isimli bir başka kaçakçı ise dünyada sadece 30 örneği bulunduğunu öne sürdüğü ve 300 bin dolar fiyat biçtiği Atina sikkeyi göstermiş.

    ABD Dışişleri Bakanlığı ile Amerikan Oryantal Araştırmalar Okulu’nun desteklediği Suriye Mirası Girişimi SHI’dan Michael Danti, eserlerin bir kere Türkiye’ye getirildikten sonra Mersin, Antalya yahut İzmir’den çıkarıldıklarını söylüyor. Danti, Kıbrıs üzerinden çıkarılanların sahte belgelendirmelerinin İtalya, Yunanistan ve Portekiz’de yapıldığını belirtiyor. BM, Suriye’nin tarih mirasının yağmalanmasını ‘kültürel soykırım’ diye nitelemişken, kültürel kurumlarla Interpol’ün çabaları da işe yaramıyor. 2014 yılında kaçakçılıkla mücadele kapsamında güney sınır illerimizde çeşitli baskınlar yapılmış ve ele geçirilen Roma dönemine ait eserler Gaziantep, Urfa, Hatay ve Mardin’deki müzelerde koruma altına alınmıştı.

    Günümüze geldiğimizde ise konunun sıcaklığını henüz yitirmediğini görüyoruz. Rusya Savunma Bakanlığı, Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların Suriye’nin Afrin bölgesinde tarihi eser kaçakçılığı yaptığını öne sürdü. Tarihi eserlerin Türkiye’ye getirilmek üzere kaçırıldığı ve bunların karaborsada satıldığı belirtildi. Hem de bu iddia Putin ve Erdoğan’ın sıklıkla görüşüp dostane tavırlar sergiledikleri bir dönemde gerçekleşti. İki lidere de ülkelerinde bunu soracak gazeteci bulunmadığından (daha doğrusu sorma ihtimali olanların yanlarına yaklaştırılmadığından) liderlerin bu konuya nasıl baktıklarını tam olarak bilemiyoruz.

    Rusya Koordinasyon Merkezi Başkan Yardımcısı Oleg Egorov, “Türkiye destekli grupların Afrin kenti yakınlarında, modern ve ağır ekipman ve patlayıcılarla mimari, tarihi eser ve antika eserleri aramak için arkeolojik kazılar yürüttüğünü” iddia etti. Suriye devlet ajansı SANA’nın aktardığına göre Egorov, söz konusu grupların “Suriye’nin kültürel miras alanlarına ciddi zarar verdiğini” dile getirdi. Bu iddianın tarihinin Eylül 2022 olduğunu ise not etmekte fayda var.

    *****

    Sonuç

    Sonuç olarak şunu ifade etmekte yarar var ki, modern dünya tarafından Türkiye, eskiden olduğu gibi problemlerini çözme gayretinde olan, istikrarsız bölgeler ile Avrupa arasındaki bir Tampon bölge, ama aynı zamanda umut vaat eden büyük bir potansiyel olarak değil, bizzat sorunlu bölgenin bir parçası olarak görülmeye başlandı.

    AB üyeliği ümidini iktidardaki bir grubun menfaatleri doğrultusunda kendi eliyle yok ettiği gibi, NATO üyeliğini dahi tartışılır hale getirdi. Gelinen noktaya sınır kontrol ve güvenliği açısından baktığımızda da durum o kadar vahim ki, dünyanın önde gelen haber ajanslarında dahi Irak, Suriye gibi ülkelerden terör örgütlerine katılmak isteyen gençlerin İstanbul otogarında toplanıp organize olup amaçladıkları bölgelere doğru yola çıktıklarıyla ilgili haberler yapılıyor. Zaten kimsenin sınırı yasadışı yollarla geçmekle ilgili bir şüphesi olduğu da görülmüyor. Ancak bunlar kolluk kuvvetlerinin ve ordunun siyasallaşması, demokrasi ve hukuk devleti normlarından uzaklaşmanın doğal bir sonucu.

    Aslında ortaya çıkan durum basit bir anlatımla, yaşanan hiper enflasyon, aşırı vergiler, hukuk devletinden uzaklaşma, fakirlik, sosyal adaletsizlik, propaganda, iktidarın doymak bilmeyen zenginleşme hırsı, muhalefetin etkisizliği, derin devlet mekanizmasının her alanda etkinliği, beyin göçü, rüşvet ve yolsuzluk gibi aslında herkesin bildiği Türkiye gerçeklerinin doğal bir sonucu. Kamuoyunun önünde olan ise adeta buz dağının görünen kısmı. Arkada ise ne yazık ki, korkunç acılar, fakirlik, yiten yaşamlar, isimsiz mezarlar, köleden daha sefil bir hayat yaşayan sayısız insan var.