Jandarma’da PR ve Siyaset

Havva Bekâr desem belki hiçbiriniz hatırlamazsınız. Ancak Çamlıhemşinlilerin yaylalarına yapılmak istenen yola karşı verdikleri mücadele esnasında basına düşen bu fotoğrafı hatırlamayacak olanınız da yoktur.

Son günlerde Jandarma teşkilatını olur olmaz konularda basında ve sosyal medyada görmeye başladık. Bunlardan bazıları sözüm ona PR (Halkla İlişkiler) kampanyası dolayısıyla şekillenirken, bazıları da maalesef iyi yetiştirilememiş personelin yanlış davranışlarından kaynaklanan yayınlardır.

Jandarma, güvenlik mevzuatının gereği olarak vatandaşıyla karşı karşıya gelen değil, vatandaşının sorunlarını çözen konumda olmalıdır. Bu tabii ki suçu veya suçluyu mazur görmek değildir.

Kolluk, bir toplumun tüm birikimlerinin sonucu şekillenen ve gelişen bir kurumdur. Özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Jandarması. Yılların kazandırmış olduğu kurum kültürünün ve tecrübesinin bir kenara itilmesi düşünülemez. Kısa yoldan, bana verilen emir neyse, kanunlar neyi emrediyorsa ben onu yaptım şeklinde kendini savunmak suretiyle işin içerisinden sıyrılmak da mümkün değildir.

Bağrından çıktığı topluma bir borç olarak kolluk, o topluma hak ettiği değeri katmalı ve gereken hizmeti sunmalıdır. Yapmış olduğu eylem ve işlemlerde yararlılık kadar hukukiliği de gözden kaçırmamalıdır. Kaldı ki son yollarda kolluğun yaptığı birçok işlemin hukuka uygunluğu maalesef tartışmaya açılmıştır.

Yıllar önce Harp Akademilerinde, bir seminerimize katılan Prof. Dr. Feridun YENİSEY hocamıza, “Yürütmenin çıkardığı her kanun, hukuki midir,” diye sormuştum. Feridun Hoca, “bu, kanun koyucuların dikkat etmesi gereken ince bir çizgidir,” demişti. Yasama ve yürütme erkleri, hazırlanan her kanun için, Anayasaya ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerin hassasiyetlerine uymak zorundadırlar. Bunun, bugüne kadar sağlık bir biçimde uygulanıp uygulanmadığı tartışılmalıdır. Siyasetin bu şekilde dolambaçlı yollara saptığı dönemlerde kolluğun, vatandaşların huzur ve güvenliği adına hukuk sınırları içerisinde kalması gerekmektedir.

Hiçbir koşulda kolluk, politikacıların amaçlarına ulaşmaları maksadıyla kullanacakları bir maşa değildir ve olmamalıdır. Bu kural ihlal edildiğinde, gücü ele geçiren muktedirin, bu kurumları rakiplerine karşı bir sopa olarak kullandığını defalarca gördük. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihinde eşine ve benzerine rastlanılmadığı kadar işkencelerin ve hukuk ihlallerinin yaşandığı bir noktaya geldi. Bunun en temel nedeni kolluk birimlerinin davranışlarını hukuka göre değil de siyasete göre belirlemeleridir.

Gelişmiş ülkelerde kolluk birimlerini bu kadar sık medyada ve siyasetin içerisinde göremezsiniz. Bu ülkelerde insanlar bazen kolluğun varlığını dahi unuturlar. Ta ki ona ihtiyaç duyuncaya kadar. Bu hiçbir zaman yadırganan bir durum da değildir. Aksine sık sık kolluk personeli ile iletişime girmek hukuk ve insan haklarının geliştiği ülkelerde vatandaşları rahatsız eder.

Türkiye’nin bu yolda geldiği noktayı; demokrasi, özgürlük ve insan hakları konularında araştırmalar yapan sivil toplum örgütü Freedom House’ın 2020 yılı raporunda görmek mümkün. Rapora göre Türkiye “özgür olmayan ülkeler” kategorisine kadar düşmüştür. 100 üzerinden 32 puan alan Türkiye, 195 ülkenin yer aldığı “özgürlük” sıralamasında maalesef 146’ncı sıraya gerilemiştir.

Bu yazıyı hazırlarken, ‘istesen bu kadarı olmaz’ dedirtecek şekilde, bu defa Erzurum İspir’de bir Jandarma Uzman Çavuşun halka küfür etme olayı basına yansıdı. Bir kolluk görevlisinin kendisini bu kadar halkın üzerinde görmesi ve bu yetkiyi halka küfürlü söz söyleme biçiminde ileri götürmesi herkesin üzerinde durup, düşünmesi gereken bir husustur.

Sadece makam sahibi olanların değil, sorumluluk sahibi olan herkesin gelecekte çocuklarına nasıl bir ülke bırakmak istediklerine karar verip, demokrasi, insan hakları, temel haklar ve özgürlükler bağlamında doğru adımlar atma iradesini göstermesi gerekmektedir.

Güçlüyü korumaya endekslenmiş her yaklaşım hatalıdır. Halkın üzerinde hiçbir güç olamaz. İcraatlar ancak halkın daha iyi, daha güvenli ve daha huzurlu yaşaması için yapılmalıdır. Halka rağmen değil.

Havva Bekâr’ın; “Devlet yok, halk var! Devlet bizim sayemizde devlettir” sözleri hepimizin, özellikle de devlet görevlilerinin kulağına küpe olmalı.