Dünya Savaşın Eşiğinde Herkes Tetikte

“İyi bir savaş, kötü bir barış hiç olmamıştır” der Benjamin Franklin. Zira, her nerede olursa olsun kaybedenler çoğunlukla savaşı çıkaranlar değil cephede olanlar, geride bıraktıkları masum çocuklar ve kadınlardır. Savaş kendini her zaman acımasız, sert ve korkunç yüzü ile gösterir. Bu anlamda zor da olsa barışın olması ve savaşların yaşanmaması hepimizin ortak temennisidir. Ancak savaş tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir ve maalesef, geçmişten günümüze bitmesi bir yana; araç, yöntem ve sonuçları itibariyle, ilkel ve gelenekselden, daha karmaşık ve hibrit bir yapıya evrilmiş durumdadır.

Bu yönüyle, savaş ve çatışmaların geçmişini bilerek bugünü anlamak, geleceği öngörebilmek adına önem arz etmektedir.  Bu kapsamda Rusya-Ukrayna gelişmelerini, önceki yazımızda  bahse konu olan hukuki durumu da göz önünde bulundurarak geçmişte yaşanan örneklerle birlikte değerlendirmeye devam edeceğiz.

Birleşmiş Milletler ve NATO’nun Askeri Müdahale Örnekleri

BM, askeri müdahaleyi de içeren insani müdahalelerde gerekli gördüğü durumlarda, diğer uluslararası örgütlerle iş birliği yapabilme olanağına sahiptir.Bu anlamda BM, dünyanın herhangi bir yerindeki krizle ilgili askeri müdahale kararı aldığında halihazırda askeri bir teşkilatlanması bulunmadığı için ve üye ülkelerden toplama birlik teşkil etmek de yoğun koordinasyon gerektirdiğinden, belirli durumlarda NATO ile çalışmayı tercih edebilmektedir.

Ancak, BM ve NATO tarafından yapılan dış müdahalelere baktığımızda, ana hatlarıyla çıkarımlarda bulunmamız mümkün olsa da net bir patern izlemedikleri görülmektedir. Bu alanda asıl yetkili otorite BM olmakla birlikte, NATO bölgesel bir aktör olmasına rağmen küresel düzeyde birçok alanda varlığını hissettirmiştir. Bu kapsamda BM ve NATO’nun yakın tarihte öne çıkan ve bazıları özellikle Rusya tarafından eleştirilen askeri müdahalelerine şu örnekleri verebiliriz:

  • Afganistan:

En bilineni, 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’un karargâh binasına uçaklarla gerçekleştirilen terör saldırıları sonucunda yaşananlardır. Saldırının hemen ertesi günü toplanan BM Güvenlik Konseyi 1368 sayılı kararla uluslararası boyutta üye devletlere terörle mücadeleye yönelik aldıkları tedbirleri ve ilgili hukuksal mevzuatlarını gözden geçirme çağrısı yapmış ve aynı gün olağanüstü olarak toplanan NATO da tarihinde ilk kez Madde 5’in devreye sokulmasına karar vermiştir. (İlk aşamada, alınan kararın ittifakın bütün üyelerinin askeri harekata zorunlu katılımını gerektirmediği, asıl anlaşılması gerekenin bütün üyelerin dayanışma ve birlik içerisinde oluşunun net bir şekilde ifade edilmesinin amaçlanmış olduğu belirtilmiştir.) Yaşanan gelişmelerden sonra NATO bünyesinde teşkil edilen geniş katılımlı müşterek görev gücü saldırıya cevap olarak Afganistan harekâtını başlatmıştır.

  • Bosna:

1992 yılında Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Bosna-Hersek’te şiddetli iç karışıklıklar boy göstermiştir. BM Güvenlik Konseyi aldığı kararla UNPROFOR Bosna Görev Gücünü teşkil etmiş ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için görev yapılmaya başlanmıştır. Belirli bir süre devam eden operasyonlar sonrasında, 1995 yılında BM bu görevi NATO liderliğindeki Uluslararası Güç Koalisyonuna devretmiştir. Bu tarih itibariyle NATO IFOR görev gücü adıyla barışı koruma faaliyetleri devam etmiştir.

  • Arnavutluk:

Bir diğer örnek, Arnavutluk’ta patlak veren banker krizi sonrası meydana gelen iç karışıklıklardır. 1997 yılında spekülasyonlar sonucunda paralarını kaybeden halk paralarını geri alamayacağını anlayınca devlet yatırımlarını, özel şirketleri ve silah depolarını yağmalamaya başlamıştır. Kamu düzeninin bozulması ve devlet otoritesinin yetersiz kalması sonucunda, İtalya’nın BM Güvenlik Konseyi’ne yaptığı çağrı sonucunda 1101 No’lu Güvenlik Konseyi kararıyla gerekli müdahalede bulunacak uluslararası güç teşkil edilmiştir. Göreve başlayan barış gücü yaklaşık 4 ay süreyle faaliyetlerine devam etmiş ve ülkede kamu düzeninin tesis edilmesiyle birlikte görev gücü Arnavutluk’tan ayrılmıştır. Bu müdahale, NATO’nun krize müdahil olmadığı ve sürecin tamamen BM tarafından deruhte edildiği bir örnek teşkil etmektedir.

  • Kosova:

Avrupa’da tüm dünyanın dikkatini üzerine toplayan bir başka kriz de Kosova Savaşı’dır. Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nden ayrılmak ve bağımsızlığını ilan etmek isteyen Kosova’nın bu talebi Yugoslavya tarafından sert bir şekilde reddedilmiş ve bölgede yoğun çatışmalar meydana gelmiştir. 1998 yılında BM Güvenlik Konseyi konuyu barışçıl yöntemlerle çözmeye çalışmış fakat yapılan müzakereler sonuç vermemiştir. Bunun üzerine krizin çözümüne yönelik olarak NATO, inisiyatifi ele almış ve 1999 yılında NATO bünyesinde teşkil edilen müşterek görev gücü 78 gün süren hava harekâtı sonucunda Sırp güçlerini teslim olmaya ve barış şartlarını kabul etmeye mecbur etmiştir. Bu müdahale, acil insani müdahale karşısında hangi devletin, organizasyonun ya da organların yetkili olacağını, müdahalenin nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Müteakiben kamu düzeninin tesisi maksadıyla BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 No’lu kararıyla UNMIK (Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetim Misyonu), bu kararın hemen sonrasında ise NATO KFOR Görev Gücü teşkil edilmiş ve bölgenin güvenliğini BM’den almış olduğu yetkiye dayanarak yürütmeye başlamıştır. Kosova yaşananlara baktığımızda BM’nin başlattığı, sonradan NATO’nun aktif rol aldığı, ardından tekrar BM’nin karar verici pozisyonunda devreye girdiği ve nihayetinde de NATO’ya devrettiği barışa destek süreci görülmektedir.

  • Libya:

Yakın geçmişte gerçekleşen örnek ise Libya askeri müdahalesidir. 2011 yılında darbe ile iktidara gelen Libya lideri Muammer Kaddafi ve yönetimine karşı reform talebi ile düzenlenen sivil gösterilerin bastırılmasında meydana gelen aşırı kuvvet kullanımı ve sivil ölümleri gündemine alan BM Güvenlik Konseyi, ortaya çıkan durumun ve insan hakları ihlallerinin etkilerinin, sınır aşarak uluslararası barış ve güvenliği tehdit etme noktasına geldiği değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu kapsamda “koruma sorumluluğu” kavramını da göz önünde bulundurarak, Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın VII. bölümünde yer alan 41. ve 42. maddelere atıfta bulunup 1970 ve 1973 sayılı kararları benimsemiş ve Libya’ya karşı askeri güç kullanımını da içeren yaptırımların uygulanabileceğini karara bağlamıştır. Devamında NATO Libya’da yaşanan güvenlik krizine BM kararı doğrultusunda müdahalede bulunmuştur.

Yukarıdaki örneklere ek olarak BM’nin, barışın ve güvenliğin bozulduğu gerekçesiyle müdahil olduğu Kore ve Körfez Savaşlarını da hatırlamak mümkündür.

Kısaca, BM ve NATO’nun bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğu dış müdahaleleri ele aldığımızda iki organizasyonu ayrı ayrı incelemek kolay olmayacaktır. Bunun nedeni iki örgütün de çoğu zaman birlikte hareket etmesi ve faaliyet alanlarında meydana gelen kesişmelerdir.

Rusya, Kosova ve Libya’ya yapılan askeri müdahalelerin, uluslararası sınırların askeri güç ile değiştirilmesine girdiğini de gerekçe göstererek 18 Mart 2014 tarihinde Kırım’ı ilhak etmiştir. Ve nihayetinde adeta bir paradoksa dönüşen Rusya-NATO karşılıklı genişleme suçlamaları, 2022 Şubat ayı itibariyle Ukrayna topraklarında konvansiyonel bir savaşa dönüşmüştür. Bu savaş, kısa sürede beklediğini bulamayan Rusya’nın agresif ve öngörülemez tutumu da eklendiğinde, bölge ve dünya geneline sıçrama potansiyelini taşımaktadır.

Bu zamana kadar, özellikle:

– Sivillerin ve askeri olmayan binaların da hedef alınması,

– Yasaklı silah kullanımı iddiaları,

– Rusya’nın başta Ortadoğu’da olmak üzere binlerce gönüllü savaşçıyı sahaya sürmesi,

– Nükleer tesislere müdahale ve nükleer gücün caydırıcı güç olarak kullanımına dair birden fazla kez dile getirilen tehditler,

– Diğer ülkelerden gelecek özellikle silah yardımı konvoylarının düşman olarak tanımlanacak olması bu yöndeki kaygıları tetikleyen diğer önemli nedenlerdir.

Bu kapsamda ulus aşan güvenlik sorunlarına devlet güvenliğinden ziyade insan güvenliği noktasından bakan BM hem tıkanıklıkları gidermek hem de olası bir askeri müdahalede hukuki meşruiyeti tesis etmek adına, Rusya’nın, BMGK dahil İnsan Hakları Konseyi’nden çıkarılması ve Genel Kurul’a katılımının askıya alınması gibi seçenekleri tartışmaktadır.

NATO ise savaşın başından itibaren iş birliği yaptığı ülkelerle savunma durumunu en üst seviyeye çıkarmış durumdadır ve sıkça 5. madde vurgulu açıklamalar yapmaktadır. Ancak savaşın gerekçelerinden biri olan Ukrayna’nın NATO’ya dahli yakın zamanda olanaksız olduğundan, bu koruma şemsiyesinin Ukrayna’dan yana kullanılması mümkün gözükmemektedir.

Diğer yandan NATO organizasyon olarak savunma seçenekleri dışında, aktif bir müdahaleden bahsetmez iken herhangi bir üye ülkesinin bireysel ya da daha küçük ortaklıklarıyla adım atması ihtimaller dahilindedir.  Bu olasılığı halihazırda devam eden askeri yardımlara Rusya tarafından yapılacak fiziki bir müdahale ile değerlendirmek mümkündür. Rusya’nın bu durumda NATO üyesi bir ülkeye karşı müdahalesi yine 5. maddeyi devreye sokabilir. Ancak bu durumda hukuki meşruiyeti hiç olmadığı kadar tartışmaya açacaktır.

Bu noktada ülkelerin tek tek ya da koalisyonlar biçiminde oluşturabilecekleri alternatifleri, Kuzey Avrupa devletlerinden oluşan ve İngiltere’nin başı çektiği JEF (Joint Expeditionary Force) yani Ortak Sefer Gücü’nün sert çıkışlarıyla birlikte okumak yerinde olacaktır.  (Bu konuyu da son savaşla birlikte AB-NATO ve ABD ilişkileri, ABD’nin kıta Avrupa’sının güvenliğinde geçmişten beri var olan geri adım atma ihtimali ve dünya dengeleri konularıyla ayrıca ele almakta fayda olacaktır.)

Görüldüğü üzere yaşanan gelişmeler, hazırlıkların en kötü senaryoya göre yapıldığı anlamını taşıyabilir. Hatta uluslararası toplumda, işgal ve sivil ölümlerin ancak askeri bir yaptırımla önlenebileceği, Rusya’ya karşı tepkilerde yavaş ve yetersiz kalındığı sıkça dile getirilmektedir. Ancak gidişatın dünya savaşına dönüşmesi her iki taraf için de istenecek son tercihtir. (Şayet kaybederse Putin’in, bireysel olarak tüm gemileri yakabileceği şerhi ile)

Bu kapsamda Batı dünyası çözümü, Kırım işgali karşısında takındığı pasif tutumun aksine, uyguladığı yaptırımlarda aramaktadır.

ABD ise, özellikle sıcak çatışmadan kaçındığını her fırsatta dile getirirken Amerikan askerlerinin hiçbir koşul altında Ukrayna’ya gönderilmeyeceğini vurgulayarak, bölgede görevli askeri danışman ve gözlemci birliklerini dahi geri çekmiştir. Şu ana kadar Rusya’nın ve ABD’nin çok kez karşı karşıya gelmelerine rağmen savaş ve çatışmalar sonrası “paylaşan aktörler” olarak öne çıktıkları da unutulmamalıdır.

Süreçle ilgili kesin yargılarda bulunmak güç olsa da sonuç itibariyle işgali başlatan Rusya’nın yakın gelecekteki tavır ve eylemleri, diğer dünya ülkelerinin askeri güç ve koalisyonlarının takınacağı tutumu ve geleceğimizi de belirleyeceğe benziyor.