Suriye: Kaybedenler Savaşı

Suriye’de Ne Oluyor, Türkiye Ne Yapıyor? – 1

Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden savaş, başta Suriye’ye komşu ülkeler olmak üzere, Ortadoğu’yla bir şekilde bağı bulunan birçok dünya ülkesini etkiledi ve etkilemeye de devam ediyor. Türkiye’de 2002 yılından beri iktidarda bulunan AKP’nin, Suriye’ye yönelik politikaları ne akan kanın durmasına ne de sınır güvenliğinin sağlanmasına hizmet etti.

Arap Baharı

Aslına bakarsanız hiç kimse “Arap Baharı” denilen sürecin Türkiye’yi bu denli etkileyeceğini öngörememişti. Oysa 2010 yılında Tunus’ta ilk eylemler boy verdiğinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin Mısır ile sürdürdüğü ilişkilerini Müslüman Kardeşler örgütü üzerinden yürütmesi başlı başına çarpık bir politika olarak ortadaydı.

Uluslararası ilişkilerin baş aktörü olan “devlet” yerine kişilerin ve parti örgütünün ön plana alınarak politika üretilmesi, yaşanacak sıkıntıların ilk işareti idi. Nitekim askeri bir darbe ile Mısır’da yönetim el değiştirdi. AKP iktidarının özel ilişkiler geliştirdiği Mursi hükümeti devrildi ve düşmanca söylemler kullanılan Sisi iktidarı ülkeyi yönetmeye başladı.

Bu söylem değişimi Arap Baharı sürecinde Türkiye’yi merkezi konumda bulunma fırsatından mahrum eden önemli etkenlerden birisi oldu. Erdoğan iktidarının yanlış Mısır politikasının, Türkiye’yi içerisine soktuğu darboğaz zamanla net bir şekilde ortaya çıktı ve Suriye’de patlak veren savaş sürecinde de yeni bir boyut kazandı.

Ateşi Körükleyen Ülke

Bugün gelinen noktada Türkiye, dünyanın süper güçleri nezdinde Ortadoğu ve Suriye politikasının şekillendirilmesi sürecinde, bölgesel bir güç olmaktan uzak ve stratejik iş birliği yapılamayacak derecede güvenilmez hale geldi. Her gün farklı bir boyuta taşınan Suriye’deki karışıklıkta “ateşi körükleyen ülke” görüntüsü ile istenmeyen aktör konumuna geriledi.

Bu konumdan çıkmak için gösterilen gayretler ise yeterli olamadı. Zira küresel sonuçlar doğuran bölgesel bir karışıklığın “komşu ülke” pozisyonunda belki de en çok etkileneni olan Türkiye, devlet aklını işletemedi. Çünkü Erdoğan, Suriye politikasını adeta parti programları ve istihbarat oyunları ile yönetme şövalyeliğine soyundu. Ve hala da bundan vazgeçmiş değil.

AKP iktidarının iç politikada kendisine taraftar ya da oy toplama açısından oldukça etkili olan hamasi söylemleri, bölge ülkelerini rahatsız etti/ediyor. Bu durum küresel güçler tarafından ise bir müddet duymazlıktan gelindi. Fakat bunun çok uzun süremeyeceği malumdu.

Komşu Kim?

Suriye’nin kuzeyindeki toprak parçaları defalarca el değiştirdi. Etnik ve dinsel ayrılıkçılığın türlü tonlarının görüldüğü bayraklar sınırımızın güneyinde dalgalandı durdu. Yanı başımızdaki alevleri söndürmek kaygısını bir kenara bırakıp yangına körükle giden AKP iktidarının gerek Türkiye’de gerekse Suriye’de oluşturduğu tahribatın boyutları ise gün geçtikçe daha görünür hale geldi.

Bugün karşı karşıya olduğumuz sorun, artık sadece bir göçmen krizi ve sınır güvenliği başlıklarına sığdırılamayacak kadar geniş. Milli menfaatler, bireysel çıkarlara ve parti ikbaline kurban edildi. Halkın misafirperverlik duyguları, radikal bir tahammülsüzlük güdüsüne evrildi. İç siyasette çözümsüzlük, dış siyasette ise güvensizlik sarmalı içine girildi. Artık bundan sonra Türkiye’nin, Suriye meselesi üzerinden her türlü sürpriz kayıpla karşılaşma olasılığı oldukça yüksek.

Kaybedenler Savaşı

11. yılında Suriye meselesi, kazananı olmayan bir savaşa evrildi. Aslında bu süreci tanımlarken kazanmaktan ziyade kaybetmek fiilini kullanmak daha isabetli olacaktır. Evet, Suriye meselesi bugün kaybedeni çok olan bir hal almıştır.

Olan bitene müdahale etme gücüne sahip olmayan halk kitleleri, etnik ya da ideolojik motivasyonunu muhafaza eden kesimler, Araplar, Kürtler, Türkmenler, Aleviler, Esad rejimi… Hiçbir kesim yaşanan sürecin sonunda mutlu değil. Kayıp vermeyen, fakirleşmeyen ya da üzülmeyen bir kesim yok.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)

BMGK, savaşı durdurmak ya da insani müdahalede bulunmak noktasında Suriye’de uygulanmak üzere etkin bir karar alamamıştır. Rusya ve Çin’in bölgedeki gelişmelerde Batılı ülkelerden farklı politikalar izlemesinin bunda etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum bölgedeki gelişmelere müdahil olan ülkelerin müstakil ya da koalisyonlar şeklinde hareket etmesinin önünü açmıştır.

Şark Kurnazlığı

Türkiye bu süreçte önce ABD ve Batı koalisyonu içerisinde yer alarak sınırındaki gelişmelere müdahil olmakla birlikte, zaman zaman da Rusya’nın bölgedeki politikaları doğrultusunda hareket etmeyi tercih etmiştir. Nitekim 2015’te Rusya’nın Esad’ın yanında aktif olarak gelişmelere müdahale etmeye başladığı süreçte AKP iktidarı çok ilginç bir politika yürütmüştür:

  • Esad’a, PKK/PYD’ye, IŞİD’e karşı,
  • Batı’nın, ABD’nin ve eş zamanlı olarak Rusya’nın yanında,
  • Diğer taraftan da bölgedeki birçok cihatçı grubu destekleyen görüntüsü ile iktidar bütün dünyayı şaşkınlık içinde bırakmıştır.

Şark kurnazlığı olarak adlandırılabilecek bu ikili (hatta üçlü) yaklaşım, doğaldır ki Batılı devletler tarafından samimiyetsiz bulunmuştur. Nitekim AKP iktidarının tutarsız politikalarının yansımaları birçok uluslararası toplantıda dünya ülkeleri tarafından da dile getirilmiştir.

Mesela, 2021 yılının Ekim ayında, yani Suriye iç savaşının başlamasından 10 yıl sonra yapılan BMGK toplantısında ülke temsilcilerinin sarf ettiği sözleri buraya not edebiliriz:

  • Çin: “Suriye’deki işgalci Türkiye’yi uluslararası hukuka uymaya çağırıyoruz.”
  • İran: “Suriye’deki işgalci yabancı askerler ülkeyi derhal terk etmeli.”
  • Suriye: “Türk işgal güçleri ve kullandığı teröristler Suriye halkına yapılan insani yardımı engelliyor.”
  • Rusya: “Şam yönetimi yükümlülüklerini yerine getiriyor.”
  • ABD: “Suriye hükümeti anayasa konusunda samimi değil.”

İddialara karşı Türkiye’nin BM Daimî Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu’nun sözleri ise tatmin edici olmaktan oldukça uzak: “Bizim uluslararası insani hukuku ihlal edenlerden ders almaya ihtiyacımız yok.” Yıllardır aynı tezler öne sürülüyor, aynı ithamlar ve aynı cevaplar dillendiriliyor, fakat kimse kimseyi dinlemiyor. Tam bir sağırlar diyaloğu. Peki, Türkiye’nin Suriye meselesinde “kara” bir noktaya sürüklenmesinde etkili olan parametreler neler? Hariciye, MİT, STÖ’ler, Türkmenler, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Türkiye’deki Suriyeliler, IŞİD-El Nusra vb cihatçı yapılar, PKK-PYD… Kısaca da olsa tek tek bunlara değinmekte yarar var. Ama önce Suriye’de ne oluyor ve Türkiye burada ne yapmaya çalışıyor sorusuna cevap aramalıyız. Türkiye, komşu ülke Suriye’deki gelişmelere hangi pencereden bakıyor? Hangi parametrelerle çözüm (!) arıyor?