Güven Kontrole Mâni Değildir

TSK’nın, aklınıza gelebilecek neredeyse her konu için bir düzenlemesinin, talimatının veya checklistinin olduğu herkesin malumu. Bunu açıklamak için örnekler yazmaya gerek yok. Böyle olmasının sebebi sistemin personele olan güvensizliği mi yoksa sistemin temelde “savaş ve hayatta kalma” ikilemi mi, üzerinde uzun uzun konuşulabilir.

Güven üzerine TSK’nın muhteşem bir kuralı vardır: “Güven kontrole mâni değildir.”  İçi oldukça dolu bir ifade. Kendinizden başlayarak ailenize, uzak ve yakın çevrenize, iş hayatınıza veya sosyal hayatınıza uygulayabileceğiniz bir esastır. Güven kontrole mâni değildir. Yani sana güveniyorum, ama bu yaptığın ya da yapacağın işe de güveneceğim anlamına gelmez.

TSK başta olmak üzere önemli kurumlarda görev alan insanlar liyakat esaslı bir sistem üzerinden belirli noktalara gelirler. Bu kabulden yola çıkarak, liyakati kabul edilmiş şahısların görev alanında her zaman doğru sonuçlar çıkaracaklarını söylemek, hatalı veya yanlış olacaktır.

TSK’nın normal terfi sisteminde zaman ve rütbe aralığına göre düzenlenmiş bir yapısı mevcuttu. 3 yıl teğmen olarak çalıştığında üsteğmen olursun. Bu rütbede de 6 yıl çalıştığında yüzbaşı olursun. Bu şekilde devam eden bir terfi sistemi vardı. Bu terfi sisteminin liyakat üzerine kurulmadığı aşikâr, ama üsteğmenin görev alanının daha üst rütbedeki personelin görev alanını da kapsayacak kadar geniş olmadığı görev tanımları ile netleştirilmişti. Bu modelin özellikle 2016 yılında yoğun bir şekilde tartışıldığı, görev-liyakat ve kariyer gelişimi veya planı üzerine yoğun bir gündemi vardı ki, maalesef 15 Temmuz’dan sonra hepsi rafa kalktı.

Modern ordularda hem mesleki hem de kişisel kariyer planlaması, üzerinde en çok durulan konular arasında yer almaktadır. Bu ordular, kariyer planlaması sayesinde düzgün işleyen bir liyakat sistemi kurdukları için modern yapılarını sürdürebilmektedirler. Yoksa silah ve teçhizatlarının “modern” olması yeterli değildir.

Buraya kadar yazılanlar için Türkiye’den çok güncel bir örnek verilebilir: F-16’ların modernizasyonu veya F-35 projesinden kovulmamız.

90’larda en modern hava aracı olan F-16’ların hava kuvvetlerimizde kullanılmaya başlanmasının üzerinden 30 yıl geçti. Bu arada beşinci/altıncı nesil hava araçları modern orduların envanterine çoktan girdi bile. Türkiye ise şimdi tekrar modernize edilmiş eski nesil F- 16’ların peşine düştü.

Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın siyasi bir otoriteye bağlı olmasının handikaplarına şimdilik hiç girmiyorum bile. Fakat 20 yıllık iktidarın hava araçları konusunda hiçbir planının olmamasının veya bir vizyon belirlememesinin tüm sıkıntılarını hava kuvvetlerinin yaşayacağını düşünmenin büyük bir hata olduğunu söylememiz gerekiyor.

Temel harp prensiplerinden biri olan “Yakın Hava Desteği” olmadan bir kara/sınır ötesi harekâtı sevk ve idare etmek veya bugünlerde iktidarın popüler reklam malzemesi olan “İHA”larla tüm hava desteğinin sağlanacağını düşünmek yalnızca mağlubiyet getirir.

Böyle bir durumun geçerli olmadığı hem ABD‘nin hem de diğer silah üreticilerinin yatırım alanlarından belli olmaktadır. Zira hala yeni nesil muharip uçaklar üretiyorlar.

İHA/SİHA/TİHA‘ların olası bir harekata etkileri tabii ki göz ardı edilemez. Fakat muharebelerin ve özellikle “Meskûn Mahal Muharebelerinin” temel ihtiyaçları arasındaki etkinliğini iyi değerlendirmek gerekir.

Bugünlerde hem savunma sanayini hem ülkeyi idare edenlerin aynı kişiler, aynı zekalar ve aynı liyakate sahip şahıslar olduğunu kabul edersek elbette Türk Hava Sahası ve bu sahadaki güç, maalesef İHA/SİHA/TİHA’dan öteye geçmez. Tabii bu hava aracı üreticisinin akrabalık bağı ve zorunlu müşterisi ise ayrı bir polemik konusu.

Yazının başında da belirttiğim gibi, TSK’nın kendi kurulu bir düzeni ve her görevi için de uygulanması gereken bir metodu vardı. Bunların hepsinin toplandığı yer ise “Karargâhlarda Çalışma Usul ve Esasları” isimli dokümandır. Karargâh nasıl çalışır? Karargâhlarda nasıl çalışılır? Bir karargâh subayı yaptığı bir çalışmayı hangi aşamalardan geçirerek tamama erdirir? Bu soruların ve daha fazlasının cevapları orada ayrıntılı olarak yazılmıştır.

Karargâh personelinin tamamladığı ya da nihayete erdirdiği çalışmaları askeri kıtalar bazında şöyle anlamak lazım. Bunun sonucu bazen küçük bir birliktir bazen de tüm Türkiye veya TSK’dır. Buna da en güzel örnek kısa adı “OYTEP” olan “On Yıllık Tedarik Planı”dır. Adı üstünde on yıl sonrası için nasıl bir TSK, nasıl bir KKK veya Hv.KK tasarladık? Bu tasarıyı gerçekleştirmek için neye ihtiyacımız var? Bu OYTEP planı oldukça gelişmiş ve büyük bir çalışmadır. İçinde vizyon, hedef, vasıtalar, koordineler vs. olan, tabir yerindeyse kerpiç büyüklüğünde dosyaların üst üste yığıldığı bir bilim kurgu filmi senaryosu gibidir. Orada görev yapanların ufuklarının, kariyerlerinin, ülke ve TSK için hayallerinin bu plana yansıdığı bir çalışmadır. 

Bu plan çalışması bittiğinde ise ardından, koordine üstüne koordine yapılırdı. Üstelik devletin güvenlik bürokrasisiyle ilgili olan her kademesi ile. Ve bu koordine, “Bizim TSK için şöyle bir planımız var, sizin ekleyeceğiniz ya da çıkaracağınız bir şey var mı?” anlamına gelirdi.

OYTEP’i, yalnızca TSK’nın vizyon, liyakat ve kariyer gibi kavramlarına karşılık gelen bir örnek olarak yazdım buraya.  Yoksa bu eksende daha başka bir sürü planı vardı önceden TSK’nın.

O halde;

  • Şimdi ne oldu da üçüncü, dördüncü sıradan en kötü hava aracı olarak F-16’lara muhtaç kaldık.
  • Ne oldu da yalnızca İHA/SİHA/TİHA’larla ülkemizi veya hava sahamızı koruyabileceğimizi sandık?
  • Ne oldu da OYTEP gibi on yıllık, yirmi yıllık planlar yapamaz olduk?
  • Ne oldu da hava araçlarımızı uçuracak pilot kalmadı?
  • Ne oldu da TSK’nın kendi iç dinamikleri, görev-liyakat sistemi dağıldı?
  • Ne oldu da (abartısız) binlerce kurmay subayı bir gecede ihraç ettik, terörist ilan ettik?

Daha böylesi bir sürü soru sorulabilir, ama özetle olan şuydu: Liyakatsiz birine güvenip ülkeyi teslim ettik. Bir daha da dönüp kontrol etmedik. 

Hani güven kontrole mâni değildi?