Teröre karşı savaşın tek kazananı silah ticareti

Afganistan’daki insanlar açısından savaş bir felaketti; binlerce insan öldü, çok daha fazlası yerinden edildi. Küresel silah endüstrisi içinse savaş bir kâr elde etme fırsatıydı.

https://tribunemag.co.uk/2021/08/in-the-war-on-terror-the-only-winner-is-the-arms-trade

11 Eylül 2001’de Londra’da dünyanın en büyük silah fuarlarından biri yapılıyordu. İnsanlar dışarıda silahları tanıtırken Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırı gerçekleştirildiği haberi yayıldı. Bir polis memuru protestoculara ABD’de binlerce insan öldürülmüşken protestoya devam etmelerinin çirkin bir şey olacağını söyledi.

Sözlerinin silah fuarı organizatörlerine yöneltilmesi daha uygun olurdu. Saldırının ardından çok sayıda etkinliğin iptal edilmesine rağmen fuar devam etti. Silah tüccarı olmak için güzel bir haftaydı: savaşın konuşulmaya başlamasıyla birlikte hisse senedi fiyatları yükselmişti. Bundan yirmi yıl sonra, bugün, “teröre karşı savaşın” kazananlarının Lockheed Martin, BAE Systems ve diğer ulusötesi silah şirketleri olduğu açık.

Sıklıkla, savaşların nedeninin dünyanın gizli Yahudi veya Müslüman grupları ya da dev kertenkeleler tarafından yönetilmesi olduğunu iddia eden e-postalar alıyorum. Bu tür teoriler ırkçı ve saçma olmalarının yanında dünya güç yapılarının gerçekten oldukça şeffaf olduğu noktasını da gözden kaçırıyorlar. Kurumsal ve askeri güç hakikatini görmek için komplo teorilerine ihtiyacımız yok.

Eski Dışişleri Bakanı Robin Cook, BAE Systems yönetim kurulu başkanında “İngiltere başbakanının resmi konutunun anahtarı” olduğunu yazdı. John Kampfner, resmi konutun adı açıklanmayan bir çalışanının kendisine, BAE Systems yönetim kurulu başkanı Dick Evans bir sorunla karşılaştığında “doğrudan konutu aradığını ve sorununun çözüldüğünü” söylediğini aktardı. 2006 yılında Tony Blair BAE’nin Suudi Arabistan ile yaptığı silah anlaşmalarının soruşturulmamasını sağlamak için bir ceza soruşturmasına müdahale etti.

Blair’in BAE ile olan yakınlığı silah endüstrisinin etki alanının büyüklüğünün örneklerinden sadece biri. Bradford Üniversitesi Onursal Profesörü Paul Rogers’ın yakın zamanda belirttiği üzere askeri-endüstriyel kompleks “silah şirketlerini, orduyu, kamu hizmetlerini, politikacıları, üniversiteleri ve think tankları birbirine bağlayıp bunların hepsini kâr odaklı tek bir sistemde birleştiriyor”.

Afganistan’daki savaş bu anlamda çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. 2001’deki NATO işgalinin ardından ülkenin fethi büyük ölçüde ABD’ye bırakıldı. Bu durum 2006 yılında değişti: ordunun Irak’ta aşırı gerilim sorunu yaşamasına rağmen Afganistan’ın Helmand eyaletine binlerce İngiliz personeli konuşlandırıldı.

İngiliz askeri liderliğinin personel konuşlandırma amacının silahlı kuvvetlerin finansmanını kesme girişimlerini önlemeye çalışmak olduğundan şüpheleniliyordu. İngiltere’nin eski Afganistan büyükelçisi Sherard Cowper-Coles’a göre dönemin Genelkurmay Başkanı Richard Dannatt bunun bir “kullan ya da kaybet” durumu olduğunu söylemişti –Dannatt bu iddiayı reddetti–. Guardian ve ICM işbirliğiyle yapılan bir anketin sonuçlarına göre Birleşik Krallık’taki insanların sadece yüzde 23’ü İngiliz birliklerinin varlığının Afganistan’daki durumu iyileştireceğine inanıyordu. Helmand’da ilk altı ayda otuz beş İngiliz askeri öldürüldü.

Silah şirketleri ve askeri liderlerin ortak çıkarı, yüksek askeri harcamaları sürdürmektir. Son yıllarda Telegraph ve Times gibi gazetelerde Birleşik Krallık silahlı kuvvetlerinin düşük miktarlarda fonlandığını iddia eden bir makale silsilesi görülüyor. Bu makalelerde genellikle silahlı kuvvetlerin yeterli ölçüde finanse edilmediğini ve bu durumun İngiltere’nin Taliban, IŞİD, Rusya veya Çin tarafından yenilgiye uğratılması riski barındırdığını söyleyen emekli bir general, amiral veya ismi açıklanmayan bir ordu mensubundan alıntılar yapılıyor. Ancak “kurumu yöneten insanlar kurum için daha fazla fon istiyorlar” manşet olmamalı, özellikle de emekliye ayrılan ve silah şirketlerinde yöneticilik yapan kıdemli subayların sayısı göz önünde bulundurulduğunda… Bu sözde yetersiz fonlama dönemi boyunca Birleşik Krallık dünyanın en yüksek askeri harcama yapan on ülkesi içinde yer aldı.

Generaller ve silah tüccarları, Boris Johnson’ın Kore Savaşı’ndan bu yana Birleşik Krallık askeri harcamalarındaki en büyük artışın yaşandığını söylediği 2020’de istediklerini elde etmişlerdi. Bu, tuhaf 2020 yılının en saçma politika duyurusuydu. Epidemiyolog Ceri Dare’nin dediği gibi “pandemiden bomba ve silahlarla çıkamayız”. Ve gerçekten de NATO’nun Afganistan’daki başarısızlığı silahların demokrasi sağlayamayacağını açıkça ortaya koydu. Ancak silah tüccarları için, Raythen CEO’su Tom Kennedy’nin silah satışları açısından “şimdiye kadar gördüğümüz en iyi dönem” dediği 2019’dan bu yana hiçbir şey değişmedi.

Mart 2021’de, Birleşik Krallık’ta her gün onlarca insan Covid’den ölürken, Boris Johnson İngiltere’nin nükleer savaş başlıklarında yüzde 44’lük bir artış olduğunu duyurdu. Bu “güvenlik” anlayışı, düşük ücretlerle, yetersiz barınmayla ve hayati sağlık hizmetleri için bekleme listeleriyle gelen güvensizliği hiç tanımayan ayrıcalıklı bakanlar ve militaristlere özgüdür.

2010 yılında Joe Glenton Afganistan’da savaşmayı reddettiği için askeri hapishaneye gönderildi. Afganistan’da daha önce görev yaptığı sıralarda orada yaşananlara dair kuşku duymaya başlamıştı; bir gün Hellfire füzelerinin tanesinin 100.000 Sterline mal olduğunu öğrendi. 100.000 Sterlinin “çocukların eğitiminde veya tıbbi malzeme tedarikinde kullanılabileceğini” düşündü. Savaşa milyarlar harcamak yerine bu para eğitimi, sağlığı veya sivil toplumu finanse etmek için kullanılsaydı Afganistan bugün nasıl bir yer oldurdu diye düşünmeliyiz.

Silah tüccarlarının, askeri liderlerin ve bunların müttefiklerinin etkisi militarist yaklaşımların normalleştirilmesine kapı açıyor. Finansmanın çatışmanın temel nedenleriyle mücadele için kullanıldığı veya siyasi çabanın silah ticaretinden ziyade daha güvenli ve toplumsal açıdan faydalı sektörlerde iş sağlamaya odaklandığı daha geniş bir güvenlik kavramı üzerine düşünülmüyor.

Uluslararası Savunma ve Güvenlik Ekipmanları (DSEI) olarak bilinen Londra silah fuarı gelecek ay yeniden başlayacak. Suudi Arabistan, Bahreyn, ABD, İsrail ve diğer onlarca ülkenin temsilcileri silah tüccarlarıyla buluşacaklar ve sunulan malları inceleyecekler; ve elbette protestolarla karşılanacaklar.

Covid, Afganistan ve iklim acil durumu düşünüldüğünde dünyanın sorunlarının silahlarla çözülemeyeceği belki de hiç bu kadar açık olmamıştı. Silah endüstrisinin aşağılık gücüne direnmek hiç bu kadar önemli olmamıştı.

Symon Hill (Çeviri: Pelin Tuştaş)

Kaynak: politikyol.com