Metin Gürcan Casus mu? Sıra Kimde?

Casusluk hikâyeleri her zaman ilgi çekmiştir. Düzen, entrika, yalan, gizem…

Benim casusum iyi, başkasınınki kötüdür. Temel kural budur. Bu kural üzerinden gelişmeleri okuduğunuzda “casus” kelimesinin barındırdığı gizemin de yardımıyla sizin ülkeniz adına casusluk yapanların varlığı, hamasi duygularınızı okşayacak ve hoşunuza gidecektir. Başkasının casusu ise öfkenizi kabartırken dudaklarınızdan dökülecek ilk kelime “hain” sözcüğü olacaktır.

Casusluk iddia edilmesi en kolay, fakat ispatlanması en zor suçlardan birisi, belki de birincisidir.

Peki bir T.C. vatandaşının kendi ülkesi aleyhine casusluk yapması için nasıl bir motivasyona sahip olması gerekir? Kamuoyu tarafından tanınan ve kendini yani kimliğini gizleme ihtiyacı duymayan bir kişi kendi ülkesi aleyhine casusluk yapar mı?

Kendi ülkesi aleyhine casusluk yapması için bir insanın ya ülkesinden nefret etmesi ya maddi bir menfaat beklentisine sahip olması ya da can güvenliğini tehdit eden bir korku içerisinde bulunması gerekir.

Gelelim Metin Gürcan meselesine.

Ülkemiz ekonomik kriz dalgaları ile boğuşuyor. Bir yandan da Yunanistan içerisinde, sınırımıza çok yakın yerlerde ABD tarafından yapılan harp silah araç ve gereci yığınaklanmasının ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyoruz. Suriye’de yaşanan gelişmeler ise her geçen gün daha da sarpa sarıyor. Üstelik de TSK önemli orandaki gücünü güneydoğu sınırına yığmış durumdayken. Ülkeye akın etmiş olan mültecilerin neden olduğu toplumsal kırılmalar, ırkçı söylemlere eşlik eden kriminal gelişmeler ve bu aralar sıklıkla dillendirilen erken seçim tartışmaları da cabası.

Bunların hepsini bir kenara ittik. DEVA Partisinin kurucu üyelerinden emekli asker Metin Gürcan’ın tutuklanması ve casus olup olmadığı tartışmalarının içinde debeleniyoruz.

Metin Gürcan, 1998-2015 yılları arasında TSK’da görev yapmış bir askerdir. Askerlikten ayrıldıktan sonra akademik çalışmalar yürütmüş, danışmanlık hizmeti vermiş ve birçok TV kanalında askeri uzman etiketiyle tartışma programlarında boy göstermiştir. Casusluk kapsamında bir suçlama ile göz altına alınması ve ardından tutuklanmasına neden olan eylemin detaylarına vakıf değiliz. Sadece Hükümet destekçisi medya organlarında yayınlanan görüntü ve bilgilerle Gürcan’ın casusluk yaptığına dair ithamlarda bulunuluyor.

Açıkçası bu aşamada söz konusu olay üzerinden hukuki bir tartışmaya girmek anlamsız. Zira suçlamaya konu olan bilgi ve belgelerin tamamına vakıf değiliz. Fakat burada dikkatlerimizi, Metin Gürcan’ın suçlanmasıyla ilgili şahsi boyuttan ziyade bütün toplumu ilgilendiren meselelere yöneltmeliyiz.

Gizli yürütülen soruşturmada, göz altı işleminin yapılmasından itibaren -sadece savcılık makamının biliyor olması gereken- birtakım bilgi ve görüntülerin medyada yayınlanması açık bir skandaldır. Bilgi ve görüntüleri yayanlar hakkında soruşturma açılması gerektiği gibi, dosyasından bilgi sızdırılan savcının da soruşturmaya konu olması gerekir. Tabii yıllarca benzer birçok örnekte olduğu gibi bu olayda da beklenen hukuki prosedürün işletilmeyeceği açık. Ergenekon, Balyoz ve 15 Temmuz yargılamalarında da aynı manzaraları görmüştük. Hukuka ve toplumsal etiğe aykırı bu durumun ortaya çıkmasının temel nedeni hukukun siyasallaşması, yani hukuk mekanizmasının tamamen siyasal makamlarının güdümüne girmesidir. AKP’den ayrılan bir kısım siyasetçilerin kurduğu DEVA Partisinin kurucu bir üyesi olan Metin Gürcan’ın bu vasfı, yürütülen soruşturmanın siyasal bir yönü olduğunu zaten işaret ediyor.

Gürcan’ın TSK’da görev yaptığı dönemde Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde çalışmış olmasının da casusluk suçlamalarına hedef olmasında etken olduğu muhakkak. Fakat öyle anlaşılıyor ki en önemli neden, yaklaşan genel seçimlerde AKP’den oy devşireceği aşikâr olan partilerin yıpratılması için düğmeye basılmış olmasıdır.

DEVA Partisinin, kurucularından birisi olan Gürcan hakkındaki casusluk iddialarına yaklaşımında açıkçası bir sindirilmişlik havasının hâkim olduğunu düşünüyorum. Parti, özenle ve dikkatle meseleyi Metin Gürcan ismine indirgenmiş kriminal bir süreç olarak görme ve gösterme gayreti içinde. Süreci, siyaseten en az kayıpla geçiştirmenin yolunu arıyor. Ve de partinin yara almaması için kurucu üyelerinden birisini çoktan gözden çıkarmış durumdalar. DEVA Partisinin bu tutumu tabii ki hiçbir cenah tarafından hele de AKP mahfilleri tarafından takdirle karşılanmayacaktır. Ne kadar demokrat ve alttan alıcı bir tutum sergileseler de Metin Gürcan ismi üzerinden DEVA Partisi casusluk ve devlete ihanet faaliyetlerinin odaklarından birisi olarak gösterilecektir.

Zira bu noktada Hükümet ve destekçisi olan medya bütün muhalefeti tek bir merkez (dış güçler) etrafında bir araya gelmiş faiz lobisi, Türkiye düşmanı, PKK, FETÖ, CHP, HDP, İP, DEVA, Gelecek Partisi vb. ittifakı olarak ve bir “ihanet şebekesi” nitelemesiyle halkın gözünden düşürmeye ve bütün kötülüklerin anası olarak bu ittifakı göstermeye gayret edecektir. Metin Gürcan’ın 15 Temmuz sürecinde Gülen Cemaatine karşı sergilediği olumsuz tutum ortada olmasına rağmen, AKP medyasının bu son kriminal süreci dahi Gürcan-FETÖ iş birliği makarasına bağlamış olması, iktidarın niyetini açıkça ortaya koymaktadır.

Muhalefet partilerinin, Erdoğan tarafından kamuoyuna dayatılan; “PKK’nın, FETÖ’nün, dış güçlerin ve bütün muhaliflerin” birbirlerine destek veren devlet-millet düşmanı tek bir organizasyon oldukları yönündeki söylem tuzağına düşmüş olmaları çok acı. Metin Gürcan olayı, bu gerçeğin ayan beyan ortaya çıkması açısından da turnusol vazifesi gördü. Ne acı ki muhalefet partileri bu gerçek ortada olduğu halde üç maymunu oynamaktan geri durmuyorlar.

Bir konu daha var.

Metin Gürcan, göz altına alındığı günden itibaren siyasetçi kimliğinden dolayı muhalifi olduğu iktidar kanadının ve 15 Temmuz sonrası takındığı tutum dolayısıyla da Gülen Cemaati mensubu kimi çevrelerin hedefi olarak “oh olsun” yaklaşımına maruz kaldı. Ne havuz medyasının “casus, hain” söylemleri ne de Cemaat medyasının ve bazı sosyal medya hesaplarının “iyi oldu” yaklaşımları insaflı ya da doğru değil.

Casusluk suçlamanın öznesi olan kişinin kim olduğunun bir önemi yok. Bu Metin Gürcan yerine bir başkası da olabilirdi. Ortada ciddi bir “hukuk sopası” kullanımı var. Dün birçok kişinin başını gözünü yaran bu sopa bugün Metin Gürcan’ın kafasına indiriliyor. Hükümetin bütün muhalifleri sindirme politikası olduğu aşikâr olan bu “casusluk” hamlesinin devamı da geleceğe benziyor.

Unutulmamalı ki, son birkaç yıldır “Hükümeti yıkmaya teşebbüs, siyasal ve askeri casusluk, terör örgütü üyeliği” vb. suçlamalarla hapis yatan ya da hüküm giyenlerin ortak avuntusu hep aynıydı: “Benim dosyamda bir şey yok ki!”

Yarın sıranın kimde olacağını bilmiyoruz. Zannediyorum herkesin bu “sıra” hakkında bir tahmini vardır. Ve hiç kimse de sıranın kendisine gelebileceğine dair bir öngörüde bulunmuyordur.