Söz – Kader Döngüsü

Sosyal hadiselere ilişkin çıkarımlar müspet ilimler gibi rahatlıkla formülize edilemiyor. Değişkenlerin çokluğu formülün hep aynı doğrulukla sonuç vermesini engelliyor. Ama buna rağmen özellikle sezgiler ve geçmiş tecrübeler gibi ciddi faktörler de eklenince tam birebir sonuç olmasa da ona yakın değerlere ulaşabiliyorsunuz. Benim de böylesi sosyal çıkarımlarım vardır.

Kimi zaman fırsat bulduğumda denklemleştirdiğim ve bu sosyal durumda sonuç budur veya bu olabilir dediğim cinsten çıkarımlar. Bunlar tek parça halinde bir yerden toplanmış veya okunmuş değerlendirmeler değil. Yılların verdiği birikimler sonucu oluşan bana ait bir bakış açısıdır. Bunlardan bir tanesi de “İnsanın kaderini kendi cümleleri ile çizdiği” varsayımı veya çıkarımıdır. Buna biraz da o bilindik atasözlerinden, “Söz gümüşse sükût altındır” gibisinden olanlarla bir araya gelmiş bir tez olarak bakılabilir. Bu “kader-söz” ilişkisinden dolayıdır ki popüler olan ve söylediği sözlere binlerce insanı şahit kılan, ortak eden insanların ifadelerine, özellikle haddi (sınırı) aşan ifadelerine ayrı bir önem veririm. Onları aklımın bir ucunda tutmaya ve ne zaman kaderleri olacağına bakarım. Böylesi bir bakışın iki örneğini, belki de basit örneklerini yan yana getireceğim. Bu örneklerden asla, “Oh olsun” gibi bir çıkarım yapılması söz konusu olamaz. Bu hem insana yakışmaz hem de bu bakışın bende kadere dönüşmesi kaygısını da beraberinde yaşarım. Başkasının hiçbir şekilde “acısı” hiç kimsenin mutluluğu olmamalı. Ama gene de şunu demeden edemeyiz: “İnsan olarak haddi aşmamak lazım.”

İlk örnek, Sedat Peker’in videolarında adı geçen ve görüşme görüntülerini yayınladığı “Özışıklar”. Çok uzağa gitmeden, geçmişini taramadan Özışıkların katıldığı programlardan bir kaçına bakın. Çok kısa videolar ama her ifadesinden, iddiasından sonra kullandığı “dediğim gibi değilse ben şerefsizim” cümlesi ne kadar dikkat çekici. Konu ile ilgili olmayan tamamen kendi özeline ait bir konuyu bu kadar rahat ve bu kadar çok insanı ortak kılarak paylaşmaları çok ilginç. Bu işin uzun uzadıya kısmının özeti şu olsa gerek: “Ya, böyle şerefsizim demeye ne gerek var! Sen gazetecisin, bir tarafa ait olsan da mesleğin bu.” Özışıkların yaptıkları veya ortak oldukları haksızlıkları dile getirmeden, bu konulara hiç girmeden şunu söylemek lazım. “Keşke işini yapsaydın, edepsizliğin bile bir edebi, bir raconu var” demek lazım. Haddi aşan bir söz, “şerefsizim”. Ve sonuç ortada. “Kader-söz” paradoksu…

İkinci örnek de Süleyman Soylu. Bir bakan olarak göreve başladığından beri karşıma çıktıkça cümlelerini “söz-kader” denklemi içinde aklımda tutar, analiz yapardım. Bir bakan olarak kendi görev alanında ve zamanında yaptığı yüzlerce haksız-hukuksuz uygulama ve emirleri var. Bunları, onun takındığı o genel hava içinde ona yakışır buluyorum. Yani zalim zulmedecek, hak bilmeyen haksızlık yapacak ki mağdur ortaya çıksın, haklı belli olsun.  Bu açıdan tutarlı bir İçişleri Bakanıydı. Ta ki torbacılar için söylediği “Ayaklarını kırın emrini verdim,” deyinceye kadar. Bir TV programında, bu koltuğa oturduğunda güvenlik meselelerini hiç bilmediğini zaten söylemişti, ama orası zaten artık siyasi bir makamdı ve politik tecrübesiyle işi götürüyordu! “Ayaklarını kırın.” Kahvede iki yaşlı amcanın dost meclisi muhabbeti olabilir. Ama bir bakanın olamazdı. Sonuçta bir mafya babası ayağını kırdı. Tabii şuna da ayrıca bakmak lazım; o verdiği emirle gerçekten ayağı kırılan torbacı var mı? Varsa, vay Soylu’nun haline!

“Söz-kader” döngüsüne ait bu örnekleri kendimce hep bir tarafa not ediyorum. Yukarıdaki örnekler yalnızca bir bakış açısının çerçevesi olarak kalsın. Daha başka biriktirdiklerim de var. Bu bir inanç, kendimce derinliği olan ve örnekleri ile geliştirdiğim bir yaklaşım. “Söz-kader” döngüsü.

Zalim kaderini kendi diliyle söyler bize aslında. Hırsız geleceğini çizer bize cümleleriyle. Siz de onların geleceğini görmek istiyorsanız konuştuklarına bakın. Öyle hepsine değil, haddi aşanlarına. “Yuh artık” dediklerinizi not edin. Yaşayacaklarını göreceksiniz.

*****

Bu yazıda değinmek istediğim bir başka “yan yana” da yine Peker’le ilgili! Peker’e, yukarıda anlatmaya çalıştığım kader-söz döngüsü ile bakınca şu net çıkıyor. Adam elendi, kendi çapında oyunu kendi kuralına göre oynuyor. Yuh artık, dedirtmiyor bize. Bunlar bile bu işin ne kadar ince düşünülüp yol yüründüğünün işareti. Belki de kendi çapında ve özelinde galibiyetinin de yansıması olacak! Ama onun karşısında, kendince bir usul ve yol haritası ile yürümeye çalışan Süleyman Soylu’nun ifadeleri fecaat. En kötü ifadesi de “çocuk pornosu”. Haddi aşan bir itham ve ifade. Bakalım sonu ne olacak!

Bir yan yana daha:  Peker ve kitapları. Şimdi Sedat Peker’i, cümle âlem mafya babası, organize suç örgütü lideri olarak biliyor! Tamam, anladık cezaevinde çok okumuş, hala da okuyor, bundan eminiz. Peki, bu adam Türkiye’den kaçarken valizlerini topladığı sırada “kitapları mı da koydunuz mu,” diye sordu ve onları alarak mı kaçtı? Kendi hikâyesini anlatırken Arnavutluk sınırına nasıl götürüldüğünü, hatta yanında cep telefonu bile olmadığından falan bahsetti. Sonra Dubai’den yayın yapıyor ve konuya ilişkin bir kitap da fonda. Eğer Dubai’de Türkçe kitap satan birileri, bir kitapçı yoksa ya bu kitaplar denk geldi ya da kitap üzerinden elli tane senaryo çıkar. Buradan bile yola çıkarak bu video işini yalnızca Sedat Peker ve onun okumuş kurmay zekâsına vermek, işin ve hedefin ve planın büyüklüğüne haksızlık olur.