Göçmen Meselesi

Türkiye’nin izlediği politikayı nasıl değerlendirmek gerekir?

Güvenlik, ekonomi ve sosyal yapı ekseninde göçmen politikalarının sonuçları… AB ile yürütülen siyasi pazarlıkları da dahil ettiğimizde iktidarın göçmen politikasını nasıl okumak gerektiğini yazarlarımız değerlendiriyor.


Av. Orhan Turan:

Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya geçişinin engellemesi hususunda, AB ile Erdoğan arasında karşılıklı çıkarlara ve paraya dayanan sıkı ve kirli bir pazarlık yürütülüyor.

AB’nin sorumluluktan kaçtığı ve göçmenleri para vermek suretiyle durdurmaya çalıştığı; Erdoğan Hükümeti’nin ise sürekli şantajlara başvurduğu ve fonların ne kadarının göçmenler için harcandığı bilinmeyen kirli pazarlıkları neticesinde; 2016-2021 yılları arasında 6 Milyar Euro verildi ve 2024 yılına kadar 3 Milyar Euro daha bütçe ayrıldı.

AB’nin Suriyeli göçmenler konusunda tedirgin davranması, Erdoğan Hükümetine yarıyor. Bu sayede sıkışan ekonomisini rahatlatma, AB’den vize muafiyeti koparma ve sahte kahramanlıklarla iç siyasete malzeme bulma gibi her konuda kullanabileceği güçlü kozlar elde ediyor.

Öyle ki, AB’nin bu paraların direkt kurumlara verilmesi ve kurullar vasıtasıyla denetlenmesi talebi, her seferinde Erdoğan’ın bu paraların doğrudan hükümete verilmesi ve gerisine karışılmaması talebi karşısında mağlup oluyor.

AB yetkilileri ile yapılan görüşme tutanaklarında, Erdoğan’ın “Eğer iki yıl için 3 milyar avro verecekseniz hiç konuşmayalım. Sınırları açıp göçmenleri otobüslere bindirip göndeririz.” dediği ve dahası bir raporla alakalı yetkilileri ‘‘O rapor AKP’nin seçim kazanmasına yardımcı olmadı” şeklinde fırçaladığı ortaya çıkmıştı.

Belli ki, bu pazarlığın kazananları “göçmenleri parayla uzak tutan AB” ile “sadece kendi menfaatini düşünen Erdoğan”, her halükârda kaybedenleri ise “sırtlanacağı yükleri katlanarak artan Türkiye” ve ” pazarlıkların konusu olan göçmenler” olacaktır!


Ali Çağlar:

Türkiye’de göçmen temelli tartışmalara bakıldığında üç ana başlık ön plana çıkmaktadır. İlki güvenlik ekseninde. Türkiye’de yaşayan göçmenlerin toplum açısından güvenlik tehdidi oluşturduğu sıkça gündeme gelmektedir. Bu doğrultuda göçmenler kriminalize edilerek, özellikle organize suçlar ve cinsel saldırı suçlarıyla ilişkilendirilmektedirler. Kolluğun göçmenlerin karıştığı suçlarla ilgili resmi bir istatistiğinin olmaması da bu tartışmaların sağlıklı bir zeminde yürütülmesini engellemektir.

İkinci olarak ekonomi ekseninde göçmenlerin düşük ücretlerle kayıt dışı çalıştırılmasının işsizlik oranını artırdığı ve göçmenlere bütçeden ciddi bir mali kaynak aktarıldığı konusu gelmektedir. Ekonomik krizlerin göçmen karşıtlığını artırması Türkiye’ye has bir durum değildir. Ülkede sistemleşen yolsuzlukla beraber gelen kötü yönetimin faturasını göçmenlere çıkarmak, muhalefet yapma olarak görülmektedir.

Üçüncü olarak ise Türkiye’de yaşayan göçmenlerin Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısı için bir tehdit oluşturduğu ve uzun vadede çarpıklıklara yol açacağı iddiası gündeme getirilmektedir. Burada, iktidarın entegrasyon politikasının olmaması; düzensiz, plansız, kayıt dışı yerleşim ve göçmenlerin belirli bölgelerde yoğunlaşarak kendi gettolarını oluşturması kültürel çatışmalara zemin hazırlamaktadır.

Türkiye’de bazı siyasi parti liderlerinin söylemleri bu üç ana eksen üzerinden yürüyen tartışmalarla şekillenirken, popülist bir dille tamamen seçimlere yönelik söylemler çözüm için gerçekçi bir projeksiyon oluşmasını engellemektedir. Özellikle 2023 seçimlerine doğru iç siyasi tartışmalarda popülist söylemlerin hız kazanacağı, toplumda da göçmen karşıtı hassasiyetlerin şiddet olaylarına dönüşebileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.


Mehmet Kılıçparlar:

Bir ülkedeki en önemli vatandaşlık hakkı ve sorumluluğu “oy kullanmaktır” dersek sanırım çok iddialı olmaz. Çünkü oy kullanarak ülke rejiminin yöneticileri belirlenmiş olunuyor. Hele ki Cumhurbaşkanlığı Sistemi olarak adlandırılan tek adam rejiminde kazanmak ve yönetici olmak için her bir oy çok daha kıymetli.

Normal şartlarda farklı seçmen grupları ve farklı sesler ülkelerin demokrasileri adına kazançtır. Fakat Türkiye’ye gelen mültecilerin profiline bakıldığında; tamamına yakını açlık sınırında ve özellikle aldıkları yardımlar ile hayatlarını sürdürmeye çalışan kişilerden oluşmaktadır. Yani durum tam da Erdoğan’ın istediği gibidir. Erdoğan’ın nazarında bu kitle asgari seviyede maddi vaatler ile kazanılabilecek veya hali hazırdaki aldıkları yardımların kesilmesi tehdidi karşısında başka partiye oy veremeyecek bir kitledir.

Sosyolojik olarak da durum böyledir. Bu şekilde olan bir topluluk oy kullanırken açlık kaygısı güder, yaşadıkları ülkenin demokratik kazanımları onlar için ikinci plandadır ve seçimleri aç kalmamak adına bir araç olarak görürler. Batı’da vatandaş olabilmek devamında seçmen olabilmek için kendi ayakları üzerinde duracak maddi gelire sahip olmak, dili en az orta seviyede konuşmak ve entegrasyon eğitimi almak gerekmektedir. Dolayısıyla Türkiye’deki mülteci seçmen ile Batı’daki mülteci seçmenin seçimlerden beklentileri çok farklı olacaktır. 

Sonuç olarak; Erdoğan seçimleri kazanabilmek için ülke menfaatlerine ters düşmesine rağmen göçmenleri plansız bir şeklide seçmen olarak kullanmak istemektedir diyebiliriz.