Kancalı Siyaset Kulplu Memurluk

Türkiye, bu yüzyılın başında gerek coğrafi konumu gerekse tarihten gelen devlet geleneği ve küreselleşmenin de etkisiyle siyasal yönetimde “hukuka uygun” davranmanın gerekliliğini anlama noktasına gelmiştir. Bu husus maalesef hukuka aykırı hareket eden siyasi aktörler için “hukuki görüntü verme” olarak anlaşılmıştır. Nitekim, Türkiye siyasi tarihinin en büyük yolsuzluklarının ve hukuksuzluklarının yaşandığı Erdoğan rejiminde hukuki görüntü verme yönünde gösterilen gayret açıkça görülmektedir. AİHM’in son zamanlardaki tutumundan ve kararlarından bu politikanın kısmi olarak başarıya ulaştığı anlaşılmaktadır.

17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının neticelerinden birisi de ülkedeki “kulplu memurların ve bürokratların” çok fazla değer kazanması olmuştur. Devlet sisteminde açıkça suça karışan kimi siyasetçiler bu süreçten sonra ya nazikçe başka görevlere kaydırılmış ya da işlerini daha dikkatli yapmaları için tembihlenmiştir.

Şimdi gelelim kulplu memurluk ve kancalı siyaset anlayışına, Erdoğan rejimi açısından insanların devlet sisteminde etkili pozisyonlarda yer almasının en temel şartı sadakattir. Ancak rejim o kadar güvensiz bir yapıdadır ki bu sadakatin güven üzerine kurulması asla mümkün olmamaktadır.

Sadakatin gerçekleşmesi için iki temel yöntem kullanılmaktadır. İlk yöntemde çoğu zaman minnet duygusunun sağlanması ve şantaj devreye sokulmaktadır. Yani liyakatsiz kişilerin nitelik gerektiren etkin kadrolara getirilmesi şeklindedir. Böylelikle kişi niteliksizliğinin farkında olarak sürekli koltuğunu kaybetme korkusu ile yaşamaktadır.

Şantaj, hukuk sistemimizde “Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlama” olarak tanımlanmıştır. Örf ve adetlere bağlı kuralların baskın olduğu toplumlarda şantaj mafyatik ve kaotik düzenin en etkili silahlarındandır.

Sadakatin sağlanmasındaki ikinci yöntem ise suça karışmış, toplumun kabullenemeyeceği işleri yapmış veya maddi ve örtülü bir şekilde doğrudan veya yakınları aracığı ile desteklenmiş memurların ve bürokratların etkin makamlara getirilmesidir. Bu hususlar bu kişiler için bir “kulptur” ve bu kulpa “siyasi kancanın” takılması ile bu kişiler devlet geleneği içinde siyasetin kullanışlı aparatlarına dönüşmektedirler.

Gün dönüp hesap vakti geldiğinde rejimin savunması şimdiden bellidir: “Bizim herhangi bir dahlimiz olmadı, kararı veren memur ya da bürokratlara bakın, kararın altındaki imza sahiplerinden hesap sorun.” Maalesef kulplu memurların ve bürokratların kulpları o kadar kirlidir ki, idraklerini kaybetmişler ve arpalarının kesilmemesi için her türlü gayreti göstermektedirler. Gün gelip Erdoğan rejiminin gitme vakti geldiğinde, buna en çok direnen bu kancalı memurlar ve bürokratlar olacaktır.

Burada şunu açıklamakta fayda var. Kulplu memurluk sadece devletten maaş alan aktörler için geçerli değildir. Bu siyasiler, iş adamları, sanatçılar ve birçok alan için de geçerlidir. Yani hak etmediği makama hak edilmeyen bir şekilde getirilen ve burada bir kulp takılarak haksız biçimde yer işgal ettirilen bütün kişiler için geçerlidir.

Erdoğan rejiminin, son dönemde sosyal medyada sıkça gündeme gelen uygulamalarından birisi de üst düzey bürokratların/siyasilerin farklı kurumların yönetim kurullarında görevlendirilerek ‘ballı maaşlar’ almalarının sağlanmasıdır. Örnek vermek gerekirse;

  • Şu anda Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Aktaş, aynı zamanda PTT Yönetim Kurulu Üyesidir.  Takdir edileceği gibi PTT Yönetim Kurulu Üyeliğinin, Emniyet Genel Müdürlüğü ile ne derece ilgili olduğu izahtan varestedir.
  • Uludere faciası, askeri casusluk soruşturmaları, Suriye’yle ilgili ses kayıtları ve 15 Temmuz olaylarında adı geçen Yaşar Güler şu an Genelkurmay Başkanıdır.
  • 2002 yılından 2010 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanlığını yapmış Deniz Baykal herkesin malumu olduğu üzere bir kaset komplosu sonucunda görevinden ayrılmıştır. Söz konusu kasetin Baykal üzerinde ne derece kullanıldığı bilinmemektedir.
  • Doğan Medya Grubu milyonlarca liralık vergi cezaları neticesinde, bünyesindeki irili ufaklı birçok medya organını devretmek zorunda kalmıştır. Doğan grubunun vergi cezalarına neden olan eylemleri çok iyi kullanılmıştır.
  • Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gençlik ve Spor Bakan Yardımcısı, Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, eski AKP Milletvekili Hamza Yerlikaya’nın belgede sahtecilik suçundan yargılandığı davada sahte lise diploması kullandığı tespit edilmiştir.
  • Yeşilçam’ın yıldızlarından Hülya Koçyiğit’in damadına ve eski Başbakan Tansu Çiller’in oğluna milyonluk ihaleler altın tepsilerde sunulmuştur.

Verilen bu örneklerde görülmektedir ki, kirli geçmişe sahip olan ve dürüstlükle ilerleyemeyen birçok kişi, Erdoğan rejiminin siyasi manevralarında kullanışlı köşe taşları olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Hukuk devletinin temel gayesi, vatandaşlarının hukuk güvenliğinin korunarak toplum içerisinde kendilerini güvende ve özgür hissetmelerinin sağlanmasıdır. Bu güven hissi ve özgür ortam, beraberinde toplumsal barışın ve fırsat eşitliğinin sağlanmasını netice verir. Böyle bir ortamda mevcudiyetini sürdüremeyeceğini bilen Erdoğan rejimi, kulplu memurları üzerinden kanun dışı eylemlerini sürdürmektedir.

Şantaj sistemi ile maşa haline getirilen kimi memurlar, bürokratlar, iş adamları ve toplumda önde görünen bazı kimseler Erdoğan rejiminin koruma şemsiyesi altında olduklarını zannederken, asıl Erdoğan rejimi bu kulplu sistemin koruması altında varlığını sürdürmeye devam etmektedir.