Yeni Fundamentalizm

Geçmişten günümüze, birilerinin inancının başkaları (ya da ötekiler) için bir güvenlik sorunu olarak görülmesi oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Bu hem toplumsal barışı hem de inanç özgürlüğünü tehdit etmektedir. Bu sorunun altında yatan önemli nedenlerden birisi ise fundamentalist yaklaşımlara dayanan reaksiyoner tepkilerin toplumda taban buluyor olabilmesidir.

Küreselleşmenin de etkisiyle artık medya üzerinden dizayn edilebilen bir terör çağında yaşadığımız gerçeği ile karşı karşıyayız. Kendilerini İslamcı ya da cihatçı olarak tanımlayan örgüt ya da kişilerin peş peşe gelen saldırıları ve dünyanın değişik kriz ve çatışma bölgelerinde paramiliter unsurlar şeklinde vahşice savaşmaları, bütün dünyada İslam karşıtlığının/nefretinin tohumlarını atmaya ve İslamofobi kavramını zihinlere kazımaya yetmiştir. Bu sayede “İslâmcı teröristler”, “Müslüman teröristler” gibi yaftalar ilgili ilgisiz pek çok kişi tarafından kullanılır hale gelmiştir.

Ne yazık ki, Türkiye’yle birlikte dünyanın birçok ülkesinde değişik fundamentalist yaklaşımları benimseyerek “gerçek” İslam’ı temsil ettiğini ve “İslamcı” bir motivasyonla hayat sürdüğünü deklare eden azımsanmayacak bir kitle var. Silahlı ya da silahsız, düşünsel ya da siyasal alanda dine hizmet ettiğini savunan bu kişiler ya da kitleler, temsilcisi olduklarını iddia ettikleri İslam’a zarar verdiklerinin ve toplumda bir korku/dehşet atmosferi oluşturduklarının ne ölçüde farkındalar acaba? Ya da farkındalarsa bile bu durum umurlarında mı?

Bugün Türkiye’de birçok siyaset, diyanet, akademi, tarikat, cemaat örgütlenmesinin ya da merdiven altı dinsel eğitim kurumunun bu durumda olduklarına acı bir biçimde şahit olmaktayız. Her ne kadar kendilerini fundamentalist olarak tanımlamasalar da dinsel düşünce ve eylem motivasyonları bir arada değerlendirildiğinde, bu kişilerin düşüncelerini ya da eylemlerini izah edebilmek için “fundamentalist ya da köktendinci” kavramlarını kullanmanın gayet yerinde olduğunu söyleyebiliriz.

Öncelikle kavramlarla ilgili olarak zihinlerimizi tazeleyelim ve ardından da Türkiye’nin son çeyrek yüzyılındaki siyasal atmosfere dair bir değerlendirme yapalım.

Tanım

Fundamentalizm kelimesi, Latince “temel” anlamına gelen “fundamentum” kökünden türemiştir.  Türkçede; dincilik, kökencilik, temelcilik ve yaygın olarak da köktencilik kelimelerinin karşılığı olarak görülmekte ve Türk Dil Kurumu sözlüğünde “köktendincilik” tabiriyle tanımlanmaktadır.

Kavram, özünde Hristiyan kökenlidir. Birçok alanla ilgili olmakla birlikte en çok dinî bağlamda ve modern ya da seküler bir dünyada dinî değerleri savunan kimi akımları kategorize etmek için kullanılmaktadır. Batılı akademisyenlerin 20. yüzyılın başlarında, ABD’deki bazı radikal Protestan hareketleri tanımlamak için kullandığı terim, zamanla diğer dinlerdeki benzer eğilimleri tanımlamak için de kullanılmıştır.[i]

20.yüzyılın son çeyreğinde yaygınlaşmaya başlayan fundamentalist akımlar, siyasal karakterdeki dinsel hareketlerde de etkin olmaya başlamıştır. Bu bağlamda, İslamiyet özelinde ilk akla gelen, Selefîlik düşüncesi etrafında oluşan dinsel motifli radikal akımlardır.[ii]

Olivier Roy Ne Diyor?

Olivier Roy, “Küreselleşen İslam” ve “Siyasal İslamın İflası” adlarıyla Türkçeye çevrilen kitaplarında Selefîliği “Yeni Fundamentalizm” olarak tanımlamıştır. Roy’a göre; 

“Günümüzde, herhangi bir Müslüman ülkede, İslamcılık ne tür bir siyasal zafer kazanırsa kazansın, bu, aldatıcı olacak, âdetlerden ve hukuktan başka bir şeyi değiştiremeyecektir. İslamcılık, yeni siyasal biçimler yaratamadan, yalnızca İslamî hukuku, şeriatı yeniden kurmaya çalışan bir yeni-fundamentalizme dönüştü. Bu ise İslamcılığı, elinden kaçırdığı bir siyasal mantığın paravanı olmaya mahkûm ediyor; bunun gelip dayandığı şey de geleneksel etnik, kabilesel ve mezhepsel bölünmeler, her an meşrulaşma söylemini değiştirmeye hazır yeni toplumsal kategoriler ve mevcut rejimler oluyor.”[iii]

Roy’un “Yeni fundamentalizm” tanımlaması bence de Selefîliğin pratikteki uygulamalarını izah edebilmek için gayet yerindedir. Şöyle ki:

Selefî görüşleri benimseyen kişi ya da gruplar, varlıklarını dinsel bir söylem üzerine inşa etmektedirler. Fakat eylemlerine bakıldığında hiçbir ilahî dinde karşılığı olmayan insanlık dışı uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Bu da bize meselenin (yani Selefîlik şemsiyesi altında dinsel motifli radikal kişi ya da gruplar tarafından gerçekleşen eylem ya da etkinliklerin) temellendirilmesinde teolojik/dinsel kavramlardan ziyade fundamentalizm gibi sosyolojik kavramların kullanılmasının daha isabetli olacağını hatırlatmaktadır. Nitekim Gordon Marshall’ın hazırladığı “Sosyoloji Sözlüğü”nde de fundamentalizmin, “Teolojik bir nitelik taşımasına rağmen, genellikle toplumsal reform ve siyasal iktidarın ele geçirilmesi projeleriyle bağlantılı” bir kavram olduğu vurgulanmaktadır.[iv]

Jean Baudrillard Ne Diyor?

Günümüzün önemli düşünürlerinden birisi olarak kabul edilen Fransız sosyolog Jean Baudrillard (1929-2007)’ın görüşü de bu savımızı destekler mahiyettedir.

Baudrillard, fundamentalist karakterdeki eylemlerde dine dayalı bir motivasyonun geçerli olduğu görüşünü benimsemez. Ona göre Usame Bin Ladin’i ya da kimi İslamcıları teröre iten şey, dinsel bir gerekçe değildir; mesela, 11 Eylül saldırganları hiçbir şart öne sürmeden ölüme koşmuşlardır. Bu noktada Baudrillard şu önemli tespitte bulunur: “Köktendincilik, geri çevirmenin ve reddetmenin semptomatik bir biçimidir. Köktendinciler somut bir şeyler yaratmak istemiyorlar, onlar kimliklerine karşı tehdit olarak algıladıkları bir şeye karşı çılgınca ayaklanıyorlar”.[v]

Fundamentalistlerin din ve siyaset ayrılığını reddettikleri, dinin sadece kişisel veya manevi bir konu olarak ele alınmasının kamusal hayatın yozlaşmasına neden olduğunu düşündükleri ve bu düşünceden hareketle hukukun, toplumun, kültürün ve siyasetin dinî ilkeler dikkate alınarak yeniden inşa edilmesi için mücadele verdikleri sıklıkla belirtilir.[vi]

Bu yaklaşım bize şunu söylemektedir. Fundamentalizm herhangi bir özgül metin ya da dinsel dogmadan çok, inanç tarzı ile ilgilidir. İster İslam ister Hristiyan, isterse de başka bir din köktendinciliğinin inançlarını ele alıyor olalım, asıl vurgulanmak istenen şey, dinin modern algılanış ve uygulanış tarzına yönelik olarak verilen şiddet içeren tepkilerdir. Bu açıdan bakıldığında da köktendincilik, dinle ilişkinin modern öncesi biçimine basit bir geri dönüş değildir. İtalyan düşünür Giovanna Borradori’nin tabiriyle[vii] bir fırsattan çok, bir tehdit olarak algılanan moderniteye, “panik halinde verilmiş bir yanıttır.”

Terry Eagleton Ne Diyor?

Terry Eagleton da aynı noktaya parmak basar ve köktendinciliğin kaynağının, nefretten ziyade kaygı olduğunu belirtir. Bu noktada Eagleton’a göre köktendincilik; “Kendini cesur ve modern dünya tarafından hırpalanmış hisseden ve bazıları bundan kendi azımsanmış varoluşlarına ancak bir süpermarkette bomba patlatarak dikkat çekebilecekleri sonucunu çıkarmış olan insanların zihniyetidir…”[viii]

Anthony Giddens Ne Diyor?

İngiliz sosyolog ve düşünür Anthony Giddens’ın görüşü de farklı değildir. Giddens, geçen yüzyılın son çeyreğinde yaygınlaşmaya başlayan İslamcı fundamentalist hareketlerden “İslamcı Uyanış” olarak bahseder ve şu değerlendirmeyi not eder:

“İslamcı uyanış, bütünüyle dinî kavramlarla açıkça anlaşılamayabilir; bu, kısmen Batı etkisine karşı bir tepkiyi simgeler ve ulusal ya da kültürel savlı bir harekettir. İslamcı uyanışın, en köktenci biçimlerde bile, sadece geleneksel olarak kabul görmüş düşüncelerin bir canlandırılması olarak görülüp görülmemesi gerektiği kuşkuludur. Ortada olan şey, çok daha karmaşıktır. Geleneksel uygulamalar ve yaşam tarzları canlandırılmışlardır, ancak özel olarak modern dönemlerle ilgili endişelerle de bir araya getirilmişlerdir.”[ix]

Sonuç

İsmi geçen düşünürlerin bence de doğru olan yaklaşımlarına dayanarak diyebiliriz ki fundamentalizm, modernizmin doğurduğu ve yine modernizme karşı tepkisel bir anlayıştır. Burada şu hususu gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Ortaya çıkan bu tepkisel duruş ille de şiddet içeren bir eylem şeklinde tezahür etmeyebilir.

Fundamentalizmin siyasal ve düşünsel cephelerini göz ardı etmemek gerekmektedir. Her ne kadar yazarların vurguları şiddet olgusunu önceliyorsa da kanaatimce fundamentalist bir süreçten bahsetmek için şiddet gerek-şart değildir. Şiddet bu işin bir parçası olabilir de olmayabilir de. Nitekim, özellikle Giddens’ın (yukarıdaki alıntıda) vurguladığı geleneksel uygulamaların canlandırılması ve bunların modern dönemlerle ilgili endişelerle bir araya getirilmesi tam da dinsel motifli radikal düşünce/akım mensuplarının yapmak istedikleri şeyi ifade etmektedir.

Siyasette Siyasal İslam, düşüncede Selefîlik ve eylemde de cihatçılık biçiminde görünür hale gelen yeni fundamentalizmin son dönem Türkiye’sindeki görünümüne başka bir yazıda değineceğiz.


[i] Ramazan BİÇER, Mehmet DALKILIÇ; “Dini Temalı Terör Hareketlerinin Ana Nedenleri”, Terörün Sosyal Psikolojisi, Ed. Murat SEVER vd. Ankara, Polis Akademisi Yayınları, 2010, s.86-87

[ii] Bu kapsamda Selefîlik düşüncesini benimseyen ilk dönem İslam düşünürleri İslâm dinini yorumlamada peygamberi, sahabeleri ve Medine halkının geleneklerini ön plana çıkaran ve Hambelilik mezhebinin kurucusu olan Ahmet Bin Hambel’i (Ö.855) tercih etmişlerdir. Ahmet Bin Hambel daha sonraları ortaya çıkan ve Fundamendalist olarak değerlendirilen akımların öncüsü olarak görülmüştür. Özellikle Suudi Arabistan’da etkin olan Vahhabiliğin manevi lideri ve İbn Teymiyye ile birlikte de Selefîlik düşüncesinin kurucusu olarak kabul edilmiştir. (A.g.e, s.87)

[iii] Olivier Roy; Siyasal İslamın İflası Metis Yayınları s.11

[iv] Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, 2005, s.251

[v] Jean BAUDRİLLARD; “Jean Baudrillard ile Söyleşi”, Silinen Yüzler Karşısında Terör, Haz. Cemal GÜZEL, Ankara, Ayraç Yayınevi, 2002, s.371

[vi] https://tarihibilgi.org/fundemantalizm-nedir/

[vii] Giovanna BORRADORİ; Terör Günlerinde Felsefe (Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile diyaloglar), çev., Emre Barca, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2008, s.36

[viii] “… Ayrıca, belirtmeye gerek yok ki, bu mevzu Batı’ymış Doğu’ymuş tanımaz. Köktendincilik, evrensel bir akidedir. Taraftarlarına Montana tepelerinde de Şam pazarlarında da rastlanabilir. Bu bağlamda dünya çok fazla inananlar ile çok az inananlar arasında bölünmüştür. Bazıları her türlü kanaatten yoksunken, diğerleri ihtiraslı bir keskinlikle doludur. Bir tarafta güç ve kâr ötesinde çok az şeye sadık olanlar vardır; diğer tarafta ise bu ahlaki hiçliğin kimi sonuçlarından öfkeye kapılıp, küçük çocukların kafalarını havaya uçuracak öğretilerin çığırtkanlığını yapanlar.” (Terry Eagleton, Tanrı’nın Ölümü ve Kültür, Yordam Kitap, 2014)

[ix] Anthony Giddens, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, 2012, s.622