Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları

  • Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları

    Genel Bir Değerlendirme – 1

    Sınır ötesi harekât ya da operasyon, adından da anlaşılacağı üzere, sınır güvenliği tehlikede görülen durumlarda merkezi otoritesi zayıf, sınırlarını kontrol edemeyen komşu ülkenin belirli bir bölgesinde icra edilen askerî bir faaliyettir.

    Sınır ötesi harekâtları diğer askerî harekât türlerinden ayıran en önemli özellik, kapsamı ve uluslararası boyutudur. İcrası için TBMM’nin onayı gereken sınır ötesi harekâtların, uluslararası kamuoyunda kabul görmesi ve uluslararası hukuka uygunluğu meşruiyet bağlamında aranan temel esaslardandır.

    Türkiye’nin geçmişte Irak’ın kuzeyine düzenlediği kara harekâtlarının benzerini günümüzde Suriye’nin kuzeyine düzenlediğini söylemek mümkün. Bu çalışmamızda her bir harekâtı ele alırken şu veriler üzerinden değerlendirme yapmaya çalışacağız:

    • Düzenlenme zamanı,
    • İştirak eden birlikler,
    • Görünen ve perde arkasındaki sebepler/gerekçeler,
    • Dikkat çeken hususlar,
    • Sonuçları ve yansımaları.

    İlerleyen bölümlerde, Suriye’de icra edilen sınır ötesi harekâtları tek tek ele alacağız. Fakat önce bunların hepsiyle ilgili olarak ifade edebileceğimiz müşterek hususları madde madde belirtmenin konuya nüfuz edebilmek açısından yararlı olacağını düşünüyoruz.

    Sınır Ötesi Harekâtlara Dair Göze Çarpan Genel Hususlar

    1- İcra edilen harekâtların en dikkat çekici kısmı zamanlamaları. AKP hükümetinin siyaseten zor duruma düştüğü zamanlarda, ekonomideki kötü gidişatın vatandaşlar tarafından yüksek sesle konuşulduğu dönemlerde ve en önemlisi yaklaşan seçimler öncesinde icra edildikleri görülüyor.

    22 Şubat 2015Şah – Fırat Operasyonu
    24 Ağustos 2016 – 29 Mart 2017Fırat Kalkanı Harekâtı
    08 Ekim 2017 – 27 Şubat 2020İdlib Harekâtı
    20 Ocak – 24 Mart 2018Zeytin Dalı Hatekâtı
    08 – 18 Ekim 2019Barış Pınarı Harekâtı
    27 Şubat – 05 Mart 2020Bahar Kalkanı Harekâtı
    19 Kasım 2022Pençe – Kilit Harekâtı
    Tablo-1

    07 Haziran 2015Genel seçimlerAKP iktidardan düştü
    01 Kasım 2015Genel seçimlerAKP
    16 Nisan 2017Cumhurbaşkanlığı sistemi ve anayasa değişikliğiAKP
    24 Haziran 2018Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerAKP ve Erdoğan
    31 Mart 2019Yerel seçimlerAKP
    18 Haziran 2023Genel Seçimler ???
    Tablo-2

    2- Harekâtların icra edildiği hasım gruplara bakıldığında PYD ve IŞİD terör örgütlerinin ön planda oldukları görülmektedir. Nadiren de olsa Suriye ordusuyla yaşanan çatışmalar da vardır. Fakat bu çatışmaların gelişen durumlara istinaden gerçekleştirildiğini belirtmek gerekir. Koalisyon güçleri ve ABD’nin birincil hedefi IŞİD iken, AKP Hükümetinin öncelikli hedefinin PYD olduğunu söylemek gerekir. ABD’nin talepleri doğrultusunda kendi sınırları içinde koridor açıp Türkiye üzerinden bölgeye geçişine izin verilse de birçok noktada karşı cephede sadece PYD’ye karşı harekât düzenlenmiştir. Bu sebeple Türkiye, IŞİD’in güçlenmeye başladığı veya gücünün zirvesinde olduğu dönemlerde doğrudan sınır ötesi harekât yapma ihtiyacı duymamıştır. Ne zaman ki IŞİD gerileme aşamasına geçmiş ve onlardan kalan bölgelere Kürt gruplar yerleşmeye başlamışlarsa harekât ihtiyacı o zaman doğmuştur.

    3- Harekâtlarda görev alan bazı personelin, 15 Temmuz 2016 süreci sonrasında ihraç edilmesi planlanan veya “yurtdışı çıkış yasağı” olan personelden oluşması dikkat çekicidir. Özellikle Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan çok fazla pilotun ihraç edilmesinden ötürü oluşan zafiyet, açığa alınan veya yurtdışı çıkış yasağı olan pilotların görevlendirilmesiyle giderilmeye çalışılmıştır. Bir bakıma bu kişilerin kritik ve tehlikeli bölgelerde görevlendirilmeleriyle muhtemel ölüm riskini üstlenmeleri sağlanmıştır.

    4- Düzenlenen neredeyse tüm harekâtlar görünüşte başarıya ulaşmış olsa da fiili olarak Türkiye’nin kazanımı olduğunu söylemek zordur. Şu an gelinen noktadan daha net görülüyor ki Suriye’de askeri ve maddi kayıpları veren ülke Türkiye olduğu halde, kazanım elde eden ABD, Rusya ve Suriye merkezi yönetimi olmuştur. ABD ve Rusya bölge petrolünü paylaşırken ve silah satışları yaparken, Suriye merkezi yönetimi vermesi gereken mücadeleyi TSK’ne bırakmanın rahatlığıyla yeniden güç kazanmış ve merkezi otoriteyi sağlamlaştırmıştır. Türkiye, geçen süre boyunca askerlerini şehit vermiş, milyonlarca mülteciyi yurda kabul etmek durumunda kalmış, bölgenin kontrolünü sağlamak için halen asker ve karakol bulundurmak durumunda kalmıştır.

    5- Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Suriye’de oldukça aktif bir rol almıştır. MİT’in bölgedeki rolünü anlamaya çalışırken gazetelerde yer alan, “MİT tespit etti, TSK vurdu” veya “MİT’ten Suriye’de nokta harekât” şeklindeki ifadeleri baz almak genel resmin görülmesini engeller. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ortaya çıkan tapelerdeki “Gerekirse Suriye’ye 4 adam gönderirim, 8 füze attırırım” diyerek Türkiye’yi Suriye’ye harekâta mecbur bırakabileceğini, o güne kadar MİT tarafından muhaliflere iki bin tır malzeme, silah sağladığını ve MİT Tırları vasıtasıyla Suriye’deki birçok silahlı grubun bile Esad’a karşı desteklendiğini de hatırdan çıkarmamak gerekir.

    6- Arap Baharı’nın etkisiyle 2011 yılında başlayan iç karışıklıklardan en çok etkilenen ülkelerden birisi oldu Suriye. Birçok farklı etnik grup ve ideolojik yapının bulunduğu ülkede, Arap Bahar’ından etkilenen diğer ülkelerden çok daha fazla bölünme tehdidine maruz kaldı. IŞİD’in de bu karmaşa ve otorite kaybını her fırsatta değerlendirdi. Otorite boşluğu pek çok bölgede çatışmaları ve yönetime karşı ayaklanmaları beraberinde getirdi. Bu çatışmaların bazılarının sınırları da aşarak Türkiye’ye de zarar vermesi sonucunda; konjonktüre göre bazen uzaktan topçu atışlarıyla karşılık verilmiş bazen de sınır ötesi harekât icra edilmiştir.

    7- PKK’nın Suriye kolu olarak bilinen YPG ve PYD’nin eylemleri, IŞİD’in saldırıları ve bombalama eylemleri 2011 – 2015 yılları arasındaki dönemin hatırda kalan olaylarıdır. Türkiye, bu dönem içerisinde herhangi bir sınır ötesi harekât icra etmese de hava harekâtları ve topçu atışları ile belirlenen hedefleri yok etmiştir.

    8- Aslına bakılırsa Erdoğan ve AKP’nin 2015 yılına kadar gelen süreçte ne PKK ne de IŞİD ile siyaseten hasım olmasını gerektirecek bir ortam yoktu. Türkiye’de bazı kesimler belli bir döneme kadar IŞİD’i terör örgütü olarak bile kabul etmiyordu. AKP hükümetinin de tırlar dolusu yardım ve silah gönderdiği artık ‘sır’ değil. PKK açısından bakıldığında da durum farklı değildi. Çözüm sürecinin sona erdiği Mayıs 2015’e kadar eylemlere ve saldırılara sessiz kalındığı bizzat Erdoğan’ın açıklamalarıyla sabit. Fırat Kalkanı Harekâtına kadar hem PKK hem de IŞİD, Türkiye’de birçok kanlı eyleme imza attılar. Musul Başkonsolosluğu personelini kaçırıp rehin alan IŞİD, ayrıca; Reyhanlı, Ulukışla, Suruç, Ankara-Gar, Beşiktaş, Sultanahmet, Havalimanı saldırıları ve askerlerimizin yakılması gibi birçok kanlı eylem yaptı. PKK ise Siirt, Dağlıca, Iğdır ve Şırnak saldırıları gibi pek çok eylemde bulundu.

    Şimdi sırasıyla Suriye topraklarında icra edilen sınır ötesi harekâtları ele alabiliriz.

    (Devam edecek)

  • Şah – Fırat Operasyonu (22-23 Şubat 2015)

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 2

    Türk Silahlı Kuvvetleri artan güvenlik problemleri ve IŞİD tehdidi nedeniyle “Şah – Fırat” isimli askeri bir harekât ile Süleyman Şah Türbesinde görevli 40 askeri Türkiye’ye geri getirmek için Suriye’ye girdi. Harekâtta 572 asker, 20. Zırhlı Tugay’a bağlı M-60 A3 tipi 50 adet tank ve sınırda devriye görevi yapan F-16 uçakları görev almıştır. Türbede bulunan Süleyman Şah’ın naaşı ve diğer manevi değeri bulunan eşyalar alındıktan sonra Süleyman Şah Türbesi ve yakındaki karakol patlayıcılarla havaya uçurulmuştur. Türbe imha edildikten sonra bölgedeki Türk askerleri, Şanlıurfa üzerinden Türkiye’ye geri çekilmiştir.

    15 Temmuz Öncesi Tek Sınır Ötesi Operasyon

    Operasyonu birçok açıdan değerlendirmek mümkün ve bu zaten bugüne kadar defalarca yapıldı. Zaman ilerledikçe süreci ve sürecin özelinde yaşananları daha net okuyabilmek mümkün olmaktadır. Şah-Fırat Operasyonu kapsam ve zamanlama bakımından diğer operasyonlardan farklıdır. Suriye’de, Arap Baharının etkisiyle olayların başlamasından itibaren 15 Temmuz 2016 tarihine kadar gerçekleşen tek sınır ötesi operasyon olması açısından oldukça önemlidir. Önemlidir zira TSK yetişmiş üst düzey personelinin önemli bir bölümünü kaybetmeden önce ve siyasi iradenin TSK’ni bilinçsizce sahaya sürmesine izin vermeyecek komuta kademesi varken yapılan yegâne operasyondur.

    Operasyonun bir başka dikkat çeken yanı çatışmadan kaçınan, Suriye topraklarına müdahale noktasında temkinli olan ve hedefe yönelik bir nokta operasyon olmasıdır. Operasyonun başlama emri ile toplamda 9 saat gibi kısa bir sürede gerçekleştirilen operasyonda çatışma yaşanmamıştır. Yalnızca (kazaya bağlı olarak) 1 askerin şehit olduğu bildirilmiştir.

    Şah-Fırat Operasyonunun kamuoyunca bilinen gerekçelerine bakıldığında öne çıkan sebepler söyle sıralanabilir:

    • Türkiye’nin de destek verdiği eğit-donat sistemi ve Kobani operasyonları nedeniyle bazı önemli bölgelerini kaybeden ve savaş cephesi genişleyen IŞİD Terör Örgütünün olası bir misilleme operasyonuna karşı milli sınırlar dışındaki ve IŞİD’in ilerleme bölgesinde yer alan tek toprak parçasının emniyete alınmak istenmesi.
    • Türkiye’nin, IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyona destek vermesi ve istihbarat paylaşımları sayesinde örgüte katılımların azalmasından dolayı örgütün olası bir sansasyonel eylemle güç gösterisi yapma teşebbüsünün engellenmesi.
    • Suriye’de bulunan ve Türk tarihi açısından önemli olan Süleyman Şah Türbesinin ve orada bulunan manevi emanetlerin, özellikle manevi değerleri tahrip ve suistimal ettiği bilinen IŞİD’in eline geçmesinin ve şantaj malzemesi olarak kullanılmasının önüne geçilmesi.

    Operasyonun kamuoyunda açıkça ifade edilmeyen bazı sebepleri de şöyle eklenebilir:

    • Musul Konsolosluğu baskınının bir tekrarının yaşanmaması adına alınmış bir tedbir olması dolayısıyla önemlidir. Hatırlanacağı üzere 16 Haziran 2014 tarihinde Türkiye’nin Musul Konsolosluğu ve çalışanları IŞİD militanlarının yaptığı baskınla rehin alınmıştı. Baskından önce defalarca uyarı yapılmasına rağmen boşaltılmasına izin verilmeyen konsolosluğun, çalışanlarının sağ-salim geri alınabilmesi için birçok taviz verildiği gündeme gelmişti.
    • 07 Haziran 2015 tarihinde yapılacak seçimler öncesinde güç gösterisi yapmak ve milliyetçi duyguları harekete geçirmek isteyen AKP Hükümetinin, düşen oylarını artırmak üzere sınır ötesi operasyon düzenlemesi başvurduğu yöntemlerdendir. Vatandaşların seçime giden yolda ekonomik ve sosyal gerekçeleri değil milli meseleleri ön plana alarak oy kullanmasının istenmesi için bu yola başvurulduğu bilinmektedir.
    • IŞİD ve El-Nursa terör örgütlerinin faaliyetlerine uzun süre gizli destek verdiği ortaya çıkan AKP Hükümetinin, kontrol edilmesi zor olan örgüte karşı muhtemel bir çatışmadan kaçınma manevrası olarak da değerlendirilebilir. Çünkü birçok kişi tarafından, IŞİD ile çatışmamak için vatan toprağının terk edildiği yönünde ağır eleştiriler yapılmıştır.

    Operasyonun Getirmediği Oyları Patlayan Bombalar Getirdi

    Nitekim çatışma olmadan ve kısa bir süre içerisinde gerçekleştirilen bu operasyon sonucunda AKP, seçmenlerde istediği tutum değişikliğini sağlayamamış ve 07 Haziran 2015 seçimleri sonucunda iktidardan düşmüştür. Seçim sonrasında yaşanan süreç ve yeniden canlandırılan çatışma ortamı 01 Kasım 2015 seçimlerinde istediği iktidarı AKP’ye yeniden kazandırmıştır. Geride bıraktığımız yıllar gösterdi ki; operasyonun söylenmeyen fakat perde arkasında yapılmasına sebep olan gerekçelerinin görünen sebeplerin önünde olduğunu iddia etmek yanlış olmaz. Sonraki yıllarda AKP Hükümeti yetkililerince yapılan açıklamalarda Süleyman Şah Türbesinin uygun zamanda yeniden eski yerine taşınacağı söylense de bu faaliyet henüz gerçekleşmiş değildir.

    (Devam edecek)

  • Fırat Kalkanı Harekâtı (24 Ağustos 2016 – 29 Mart 2017)

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 3

    Türkiye, Cerablus’u IŞİD’ten almak için askerî harekât başlattığını açıkladı ve bu açıklama sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri Cerablus’u bombaladı. Başbakanlıktan yapılan açıklamaya göre, 294 adet topçu atışı yapıldı ve 81 hedef imha edildi. 3 saat sonra Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı çok sayıda tank ve zırhlı birlik sınırı geçerek yüzlerce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensubu Türkmen ve Arapla bir araya geldi.

    25 Ağustos’ta Türkiye, Cerablus’a doğru hareket ettiği belirlenen YPG’li bir grubu Karkamış’ta bulunan fırtına obüsleriyle vurdu. 26 Ağustos günü TSK tarafından yapılan basın açıklamasında, “Fırat Kalkanı Harekâtının devam ettiği, bölgede yaşayan sivil halkın zarar görmemesi için her türlü tedbirin alındığı ve bu konuda azami hassasiyet gösterildiği” belirtildi. Ek olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri, “Topraklar ilhak edilmeyecek, Özgür Suriye Ordusu’na bırakılacaktır.” açıklamasını yaptı.

    3 Eylül 2016 tarihinde Türk zırhlı araçları, Kilis’in Elbeyli ilçesinden Suriye’ye Çobanbey ilçesine giriş yaptı böylece harekâtın ikinci evresi başladı. Türk Silahlı Kuvvetleri yaptığı açıklamada IŞİD militanlarının mevzileri bırakıp kaçtığını belirtti. 4 Eylül 2016’da El-Rai bölgesine yapılan taarruz, Azez-Cerablus hattının da tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerinin eline geçmesiyle birlikte IŞİD’in sınırdaki varlığına son verildi.

    ABD ve Rusya, Türkiye ile İlişkilerin Bozulmasını İstemiyor

    ABD ve Rusya harekâtta Türkiye’nin gerekçelerine destek verirken bazı noktalarda gönülsüz olsalar da kar-zarar dengesini gözetmişlerdir. ABD, neredeyse tamamen kendi teçhiz ettiği PYD’ye karşı yapılan harekâttan muhakkak ki memnun değildi. Fakat TSK’nin IŞİD’e karşı ilk kapsamlı harekâtını gerçekleştirmesi için destek vermeyi tercih etmiştir. Rusya da kontrol sahibi olduğu Esad yönetimi ile fikir birliği içinde olarak, diğer ülkelerin Suriye iç savaşına müdahil olmasını istemiyordu. Eğer bir harekât yapılacaksa da bunun Suriye yönetimi ile koordineli ve ortak yapılması gerektiğini vurguluyordu. Türkiye ile ilişkileri yeni düzelmeye başlayan Rusya, kendisine zararı olmayan bir harekât ile ilgili Türkiye ile ters düşmek de istememişti.

    Harekatın İç ve Dış Kamuoyuna Mesajları

    Harekâtın zamanlaması yine en dikkat çeken hususlardandır. 15 Temmuz 2016’dan yaklaşık bir ay sonra başlatılan harekât hem iç hem de dış kamuoyuna mesajlar içermektedir. Hem IŞİD hem de PYD terör örgütlerine aynı anda başlatılan harekât TSK’nin gücünü ve kapasitesini göstermesi için belki de özellikle seçilmiş bir stratejiydi. TSK’nin ihraçlar ve görevden almalar nedeniyle güç kaybettiğine ve hiyerarşik düzenin sarsıldığına dair düşüncelere karşı bir hamle olarak değerlendirilebilir. Ancak belirtmekte fayda var ki harekât devam ederken ve sonrasında bile binlerce asker görevden alınmış veya meslekten ihraç edilmiştir. Harekât bölgesinde veya cephe gerisinde görev yapan askerler bir yandan düşmanla bir yandan da meslekten olma endişesiyle mücadele etmişlerdir.

    Fırat Kalkanı Harekâtı, kapsam olarak sınır hattının korunması ve Türkiye sınırına yakın bir bölgeye “güvenli bölge” oluşturma refleksi ile başlatılmıştır. Özellikle ABD destekli PYD’nin kendisine yeni alanlar açması ve IŞİD’den boşalan veya kurtarılan bölgelerde hakimiyet kurmaya çalışması TSK’ni iki cephede savaşmaya zorlamıştır. Belki de PYD ile çatışma yaşanmadan tek hedefe karşı bir harekât ile bölgenin kontrol edilmesini hedefleyen TSK, kısa sürede iki düşmana karşı birden savaşma zorunluluğunun içinde kalmıştır. Nitekim harekâtın başladığı süreçte etkin ve hızlı bir ilerleme kaydedilmiş ve Cerablus bölgesi IŞİD’den arındırılmıştır. Bu noktada PYD’nin IŞİD’den boşalan bölgeyi ele geçirmek üzere bölgeye hareketlenmesi TSK’nin müdahalesini zaruri hale getirmiştir.

    IŞİD’in Düzenli Ordu Karşısında “Fabrika Ayarlarına” Dönüşü

    O güne kadar düzenli ve donanımlı bir ordu ile karşılaşmamış olan IŞİD güçleri sahip oldukları imkanlarla bu harekâta karşı koyabileceğini değerlendirmiş olabilir. Ancak harekâtın başlamasından kısa süre sonra ağır kayıplar veren IŞİD, gerçek kimliğine bürünerek cephe savaşı yerine gerilla savaşı taktiklerine geri dönmüştür. Harekâtta üç ayın sonunda, tuzaklanmış 40 mayın ve 1707 El Yapımı Patlayıcının etkisiz hale getirilmesi karşılaşılan durumun hassasiyetini göstermektedir.

    İlerlediği bölgelerde önce güvenliği sağlayan TSK ve ÖSO unsurları, bir yandan da kurtarılan bölgelere sivillerin yerleştirilebilmesi için güvenli ortam oluşturma ve kurulan tuzakların imhası için faaliyet yürütüyordu. Çatışmalardan ziyade, tuzakların infilak etmesi ve bombalı saldırılar sonucu zayiat verilen harekâtın ilerleyişi daha kontrollü hareket etme refleksi ile yavaşlamaya sebebiyet vermiştir.

    IŞİD’in kaybettiği bölgelerde sıklıkla eylemlere başvurması TSK’nde daha içlere ilerleme noktasında gereklilik oluşturmuştur. Örgütün önemli ağırlık merkezlerinden olan El-Bab bölgesinin IŞİD’den arındırılması saldırıların önlenmesi için kaçınılmaz hale gelmiştir. Bölgeyi uzun sayılabilecek bir süredir elinde bulunduran IŞİD, eleman ve teçhizat olarak güçlü olduğu bir bölgeyi savunmak durumuna gelmiştir. TSK da Cerablus bölgesinden edinilen tecrübeyle gayri nizami harp tekniklerini ve meskûn mahal harekâtlarını iyi bilen personelini bu bölgeye kaydırmıştır. Özellikle Aralık 2016’da sert çatışmaların yaşandığı bölgede maalesef önemli kayıplar verilmiştir.

    Askerlerimizi Suriye Ordusu mu Rus Ordusu mu Vurdu?

    Harekâtın icra edildiği dönemde beklenmedik bazı acı olaylar da yaşanmıştır. Harekâtın doğrudan muhatabı olmayan Suriye ordusu ve Rusya kuvvetleri farklı zamanlarda Türk birliklerine saldırılar düzenlemiştir. Suriye ordusunun düzenlediği saldırının Rus uçağının düşürüldüğü günün yıldönümü olan 24 Kasım 2016’da gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Suriye yönetimi ve ordusu üzerinde Rusya’nın etkisi düşünüldüğünde hadisenin spontane ve yanlışlıkla olmadığı aşikardır. 09 Şubat 2017 tarihinde ise bu kez doğrudan Rus kuvvetleri Türk birliğine hava saldırısı düzenlemiş fakat bu saldırının kaza olduğunu açıklamıştır.

    2017 Şubat ayının ortalarında tamamen IŞİD’den arındırılan El-Bab bölgesi, tuzakların da temizlenmesinin ardından ÖSO birliklerinin kontrolüne bırakılarak sivil halkın bölgeye geri dönmesi sağlanmaya çalışılmıştır. 29 Mart 2017 tarihinde yapılan MGK Toplantısı sonucunda yapılan basın açıklaması ile harekâtın başarılı bir şekilde sonuçlandığı bildirilmiştir. Harekâtın başladığı günden sona erdiği güne kadar toplam 72 askerimiz şehit olmuş ve yüzlercesi yaralanmıştır. Ayrıca birçok sivil vatandaş da hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından harekâtın başarılı bir şekilde sona erdiği altı çizilerek vurgulanmıştır.

    OHAL Şartlarında Seçim

    Büyük bir başarı(!) ile noktalanan harekâtın üzerinden bir ay bile geçmeden Cumhuriyet tarihinin en önemli referandumlarından birisinin yapılması ve bu seçimin OHAL şartları altında gerçekleşmesi AKP Hükümetinin kazanmasında etkin rol oynamıştır. Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve anayasa değişikliği, seçimleri şehit haberlerinin eksik olmadığı ve vatandaşların görüşlerini ifade etmekten korktuğu dönemde yapılmıştır. Ülkeyi savaş şartlarına ve milli mücadele havasına sokan AKP Hükümeti, her türlü baskı iklimini uyguladığı OHAL yönetimi sayesinde “Tek Adam” yönetimini halka kabul ettirmiştir.

    (Devam edecek)

  • İdlib ve Bahar Kalkanı Harekâtları (08 Ekim 2017 – 05 Mart 2020)

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 4

    Fırat Kalkanı Harekâtı ile kendimize bölgemizde açtığımız alanı şimdi İdlib’in güvenliğini sağlamaya yönelik yeni bir adımla daha ileriye taşımanın gayreti içindeyiz. İşte bugün örneğin İdlib’de ciddi bir harekât var ve bu devam edecek.”

    Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıklamasıyla İdlib Harekâtının başladığını resmen duyurmuştu. Harekât, herhangi bir gruba karşı değil genel olarak göçün önlenmesi için bölgenin daha güvenli hale getirilmesi amacıyla başlamıştı. İdlib bölgesi, nüfus yoğunluğu ve çevre bölgelere nazaran daha fazla imkâna sahip olmasıyla tüm grupların ilgisini çeken bir bölgeydi. Bu sebeple bölgede istikrar ortamının bozulması yoğun göç dalgasını beraberinde getirecekti. Her yeni göç dalgasının yeni problemleri getirdiği Türkiye, bölgedeki sükûnetin bozulmasını isteyecek son ülke konumundaydı.

    Astana Mutabakatının başlıklarından birisi olan ”Çatışmasızlık Bölgelerinin Oluşturulması” için İdlib’in önemi büyüktü. Anlaşma şartlarında garantör ülkeler (Rusya, Türkiye, İran) en fazla 500’er gözlemci bulundurabilecek ve farklı bölgelerde huzurun temini için görev yapacaklardı.

    Bölgede İstikrar Sağlanamıyor

    Bölgenin kontrolü Mart 2015 tarihinden beri muhaliflerin oluşturduğu Tahrir-el Şam ve Ahrar-üş Şam örgütlerinin elindeydi. Örgütler birçok anlaşmazlık nedeniyle birbirleriyle çatışıyor ve arzulanan huzur ortamı bir türlü tesis edilemiyordu. ÖSO mensuplarının da bölge halkı tarafından istenmemesi nedeniyle yerel grupların siyasi ve yönetimsel sürece dahil edilmesi oldukça zordu. Yöre halkı yerel gruplardan ziyade Türk askerinin gölgesi altında bulunmak istediği için güvenlik koridorunun iç hattı Türk askerleri tarafından, çevre koruması Rusya askerleri tarafından sağlanacaktı.

    Türkiye’nin harekât kapsamındaki hedeflerinden birisi de Afrin’i elinde bulunduran PYD güçlerinin batıya yönelerek Akdeniz’e kadar olan bölgeyi kapsayacak bir kanton oluşturmasının önüne geçmekti. Görünüşte planlama uzun bir süreci içeren, çatışma olasılığının az olduğu ancak risklerin fazla olduğu bir yapıdaydı. Çünkü hem aynı tarafta olmasına rağmen anlaşamayan birçok grup hem de garantör ülkeler içinde de farklı karşıt grupları destekleyenler vardı. Taraflar arasında mutabakata varılmış bir ateşkes vardı ama gerek garantör ülkeler gerek Suriye rejimi gerekse bölgedeki gruplar sık sık ateşkesi bozuyor ve çatışmalar yaşanıyordu. Devamında “Bahar Kalkanı Harekâtı”na evrilecek olan İdlib Harekâtı bir bakıma ülkelerin sahada birbirini tanıması için asker ve sivil canlar üzerinden oynanan bir satranca dönüştü.

    İdlib harekâtı süresince çeşitli saldırılara ve zorluklara maruz kalan Türk ordusu en ağır kayıplarını harekâtın son günü olan 27 Şubat 2020 tarihinde vermiştir. Esasen yaşanan süreç yukarıda bahsedilen karmaşık ve girift yapının bir sonucuymuş gibi görünse de arka planda intikam hırsı ve gözdağı barındıran bir misilleme olma ihtimalinden de bahsedilmektedir.

    (Photo by Omar HAJ KADOUR / AFP) (Photo by OMAR HAJ KADOUR/AFP via Getty Images)

    Rusya mı Yalan Söylüyor Türkiye mi?

    Rusya, içinde Türk askerlerinin olduğu belirtilen konvoyu uyarı ve bilgilendirmelere rağmen, rejim muhalifi Suriye Milli Ordusu’na ait olduğu iddiasıyla bombalamıştır. Saldırıda resmî açıklamalara göre 34 askerimiz şehit olmuş, onlarca askerimiz de yaralanmıştır. Resmî açıklamanın aksine şehit sayısının çok daha fazla olduğu söylentileri uzun süre konuşulmuştu. Bu saldırının karşılığı olarak Türkiye, Suriye rejimine ait birlikleri bombalamış, Türkiye’de bulunan göçmenlere sınır kapılarını açmış ve NATO’yu acil toplantıya çağırmıştır. Saldırının Rusya boyutu özellikle göz ardı edilmiş ve Rusya ile ilişkilerin yeniden bozulmasını göze alamayan Erdoğan yönetimi tarafından kamuoyu başka konulara yönlendirilmiştir.

    Çatışmasızlık ve istikrar sürecinin devam etmesi, yeni göç dalgalarının önüne geçilmesi, PYD koridorunun engellenmesi maksatlarıyla başlatılan İdlib harekâtı çoğu yönden başarısız ve acı sonuçlarla, Bahar Kalkanı Harekâtı adıyla 05 Mart 2020 tarihine kadar devam etmiş ve Suriye ordusuna yapılan misilleme saldırılarıyla noktalanmıştır. İdlib Harekâtı ve Bahar Kalkanı Harekâtı süresince net sayı bilinmemekle birlikte 75-84 arasında askerimiz şehit olmuş, 100’den fazla askerimiz de yaralanmıştır. BM tarafından yayınlanan rapora göre harekâtın yapıldığı 08 Ekim 2017 – 05 Mart 2020 tarihleri arasında ve sonrasında göç sayılarında bir azalma olmamıştır.

    Türkiye’deki Mültecilerin Yıllara Göre Artışı

    (Devam edecek)

  • Zeytin Dalı Harekâtı (20 Ocak 2018 – 24 Mart 2018)

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 5

    ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından, Suriye’nin kuzeyinde çoğunluğunu YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nden oluşan 30.000 kişilik bir Suriye Sınır Güvenlik Gücü oluşturulacağının açıklanmasından bir hafta sonra TSK tarafından “Zeytin Dalı Harekâtı” başlatıldı.

    Harekâtın amacının, ülkenin varlığına tehdit olarak gördüğü ve terör örgütü olarak tanımladığı PKK, KCK, PYD-YPG ve Irak ve Şam İslam Devletini (IŞİD) bölgeden uzaklaştırmak, sınır hattının ve bölgedeki halkın güvenliğini sağlamak ve kontrol altına almak olduğu açıklandı.

    Türkiye’nin yıllardır bu harekâtı düzenlemek için fırsat kolladığı bilinen bir gerçektir. ABD’nin baskılarıyla PYD’nin Kobani’ye geçişine izin verildiği dönemde bile IŞİD’den daha öncelikli düşman olarak gördüğü PYD’ye yapılacak harekât muhakkak geniş kapsamlı olacaktı. Çünkü, önce ABD sonrasında Rusya tarafından IŞİD’e karşı kalkan olarak kullanılan ve korumaya alınan PYD, zaman içinde personel ve teçhizat bakımından güç kazandı. Kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede bu durumun kendisi için tehdit olduğunu bilen Türkiye için çözülmesi gereken sorunların başında Afrin ve Menbiç’e yerleşen PYD geliyordu.

    En Seçkin Birliklerle Düzenlenen Harekât

    TSK’nin, Suriye’ye yapılan harekâtlar içerisinde hem nitelik hem de nicelik olarak en büyük harekâtının Zeytin Dalı Harekâtı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Suriye ordusunun çekildiği 2012 yılından beri bölgenin kontrolünü elinde bulunduran PYD unsurlarının merkez olarak kullandığı Afrin, ayrıca Suriye ordusunun destek verme ihtimalinden dolayı sıcak çatışmaların yoğun yaşanması beklenen bölgelerindendi. Bu sebeple Türkiye, bu harekâta özel olmak üzere meskûn mahal harekâtları konusunda tecrübeli Özel Kuvvetler, JÖH, PÖH ve Komando birlikleri gibi birçok farklı birliği Afrin’e gönderdi.

    Rusya, Türkiye tarafından herhangi bir harekât yapılmaması için o döneme kadar bölgede karakol bulunduruyordu. Türk yetkililer harekâttan kısa süre önce Rus yetkililerle bir görüşme gerçekleştirdiler. ABD tarafından teçhiz edilen Kürt grupların korunması yerine, Türkiye’nin, ABD’ye rağmen harekât yapmasının, dolayısıyla Batı’dan ve ABD’den daha fazla uzaklaşmasının yerinde olacağını değerlendiren Rusya, birliklerini bölgeden çekerek harekâtın önünü açmıştır. Beyaz Saray, ilk olarak Afrin’deki YPG güçlerini desteklemediklerini açıkladı. Buna ek olarak; özellikle Fırat’ın doğusunda bulunan kendi denetimdeki SDG’ye bağlı YPG güçlerinin Afrin’e doğru ilerlemeleri durumunda onlara olan desteklerinin sona ereceğini belirtti. İlerleyen dönemde ABD’li yetkililer pek çok YPG’linin savunmaya destek vermek üzere Afrin’e hareket ettiklerini açıkladı.

    Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında IŞİD ile de mücadele edileceği belirtilmişse de bahse konu dönemde sahip olduğu alanın büyük bölümünü zaten kaybetmiş olan örgüte yönelik ciddi bir adım atılmamıştır. Yıllara göre bakıldığında IŞİD’in bölgedeki kontrolü kaybettiğini ve geri çekildiğini söylemek mümkündür.

    IŞİD’in Yıllara Göre Kontrol Alanı

    Suriye Ordusu Çatışmalara Dahil Oluyor

    Afrin’in YPG tarafından altın tepside teslim edilmeyeceği iyi bilindiği için harekât öncesinde psikolojik harp teknikleri de kullanılarak bölge halkının direnişe destek vermesinin önüne geçilmeye çalışıldı. YPG’ye ait mevziler, sığınaklar, kontrol noktaları ve mühimmat depoları, top atışları ve savaş uçakları tarafından vuruldu. Şehrin giriş ve çıkışlarının kontrolü ele geçirildikten sonra, TSK’ne bağlı birlikler ve ÖSO güçleri farklı noktalardan şehre girerek meskûn mahal harekâtını başlatmış oldu.

    YPG, Afrin’in Suriye toprağı olduğunu ve Suriye rejiminin bu bölgeyi koruması gerektiğini söyleyerek Suriye ordusundan yardım talep etti. Suriye ordusu, Türkiye’nin “böyle bir durumda Suriye ordusu ile de çatışma yaşanacağı” uyarılarına rağmen Afrin’e asker gönderdi. Zaman zaman Suriye ordusu ile de çatışma yaşanmasına rağmen Afrin şehir merkezinin kısa sürede ele geçirilmesi nedeniyle daha büyük kayıpların önüne geçilmiştir. Yaklaşık 3 ay süren harekât sonunda 54 askerimiz şehit olmuş, 236 askerimiz yaralanmıştır. Menbiç bölgesine yapılacak harekât öncesinde bölgenin tamamen kontrol altına alınması ve tuzakların imha edilmesi için harekât süreci uzatılmıştır.

    Yine Seçim Öncesi Düzenlenen Bir Harekât

    Zamanlamaya operasyonel süreç açısından değil de siyasi açıdan baktığımızda karşımıza yine çok önemli bir seçim dönemi çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı Sisteminin ilk seçimlerinin harekâttan 3 ay sonra yapılacak olması tamamen tesadüf olmasa gerek. Ayrıca harekâtın yapıldığı dönemde ekonomik olarak zor günlerin geçirildiği Türkiye’de, AKP hükümeti ”milli mücadele” ve “vatan savunması” vurgusu ile asıl dikkatin harekâta verilmesi için çaba göstermiş ve ekonomiden daha öncelikli bir durumun yaşandığı söylemini siyasi argüman olarak kullanmıştır.

    (Devam edecek)

  • Barış Pınarı Harekâtı (09 Ekim 2019 – 18 Ekim 2019)

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 6

    Türkiye başlatılan harekâtın gerekçesini, PKK ile bağları nedeniyle terör örgütü olarak tanımladığı SDG’nin, sınır bölgesinden uzaklaştırılması, 30 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturularak 3,6 milyon civarındaki Suriyeli sığınmacının bu bölgeye yerleştirilmesi olarak açıkladı. Türkiye, Menbiç’ten başlayarak doğuya doğru Tel Abyad ve Resulayn bölgelerini de kapsayacak şekilde geniş bir alanda ve güneye doğru 30 km. boyunca güvenli bir bölge oluşturma hedefindeydi. 

    Zeytin Dalı Harekâtı sayesinde uzun zamandır beklediği darbeyi YPG’ye indiren Türkiye, daha öncesinde sinyalini verdiği Menbiç bölgesine yönelik harekât için Afrin’de sükûnetin sağlanmasını beklemişti. Yine Zeytin Dalı Harekâtında Rusya’nın bölgeden çekilmesiyle harekât için düğmeye basan TSK, Barış Pınarı Harekâtı için de ABD kuvvetlerinin çekilmesini bekledi.

    Trump’ın “Twitter” Diplomasisi

    YPG güçlerine Rusya’nın ardından bir darbe de ABD’den gelmiş ve yine sahada yalnız kalmışlardı. ABD, her ne kadar harekâta sessiz kalacağını açıklasa da Türkiye’ye istihbarat desteği vermeyi de reddetmişti. Bölgede IŞİD tehdidine karşı en güçlü ortak konumunda olan SDG’nin omurgasını oluşturan YPG’nin tamamen yok edilmesinin IŞİD’in yeniden güçlenmesinin önünü açabileceğinden endişe ediliyordu. Bu nedenle kara harekâtı başlamadan kısa bir süre önce ABD başta olmak üzere birçok ülke bu harekâtın yapılmasına tepki gösterdi. Dünya diplomasi tarihinde ender görülecek bir mektup kaleme alan dönemin ABD Başkanı Trump açıkça Türkiye’yi, ekonomisini batırmakla tehdit etti. Bu gelişmenin ardından Türkiye’nin yanıtı kara harekâtını başlatmak oldu.

    Mutabakat ve Türkiye’nin Bitmeyen Görevleri

    Yaptırım ve ambargo tehditlerine rağmen 10 Ekim 2019 günü harekâtı başlatan Türkiye, bölgede alan hakimiyetini ele geçirmeye başladı. Harekâtın başlamasından kısa bir süre sonra hem Suriye ordusundan hem Rusya’dan hem de ABD’den yardım talep eden SDG güçleri hemen hepsinden olumlu yanıt aldı. SDG Komutanı olan eski PKK’lı Mazlum Kobani kod isimli Ferhat Abdi Şahin, ateşkes görüşmeleri için hazır olduklarını bildirerek ABD’den arabuluculuk yapmasını istedi. Rusya ve ABD diplomatik, Suriye ordusu ise askeri destek vereceklerini belirttiler. İlk etapta olumlu karşılık olmayınca, ABD ve birçok ülke, Türkiye’den bazı bakanlara ambargo uygulamaya başlandığını açıkladı. Rusya’nın girişimleriyle 22 Ekim 2019 tarihinde imzalanan Soçi Mutabakatı ile geçici ateşkes yapıldı. Türk Hükümeti ile görüşme yapan Trump, Soçi Mutabakatının ertesi günü kalıcı ateşkesin sağlandığını ve Türkiye’ye yönelik yaptırımların kalkacağını açıkladı. Harekât boyunca 5 askerimiz şehit olurken 86 asker de yaralandı.

    Anlaşma şartları Türkiye’nin talep ettiği gibi bölgeden SDG güçlerinin çekilmesi ve kontrolün TSK ve SMO tarafından sağlanacağı şeklinde gerçekleşti. SDG, yaptığı açıklama ile anlaşma şartlarının sadece bu bölge için geçerli olduğunu, genel bir anlaşma yapılmadığını açıkladı. Türkiye’nin hedeflerinden olan Suriyeli mülteci ve göçmenlerin geri gönderilmesi kısa vadede mümkün olmadı. Aksine icra edilen her harekât yeni göç dalgalarına ve daha fazla yerleşim bölgesinin yıkılmasına sebep oldu. Göçmen ve mültecilerin geri dönebilmeleri için bölgenin yeniden ıslahı ve inşası Türkiye’nin omuzlarına yüklenmiş bir görev olarak kaldı.

    Bahar Kalkanı Harekâtının sona ermesinden sonra Türkiye, Suriye’ye herhangi bir sınır ötesi harekât düzenlememiştir. Türkiye, bölgede bulundurduğu karakollar ve gerek Rusya gerekse SMO birlikleriyle düzenli icra ettiği devriye faaliyetleriyle bölgenin kontrolünü elinde bulundurmaktadır. Zaman zaman Suriye ordusu ve PYD ile çatışmalar yaşansa da yeni bir harekât ihtiyacı oluşmamıştır.

    AKP hükümetinin talebiyle, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Suriye ve Irak’a asker gönderme yetkisi ilk kez 2 yıllık olmak üzere yedinci kez uzatıldı.

    (Devam edecek)

  • Pençe – Kılıç Harekâtı (19 Kasım 2022)

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 7

    Pençe – Kılıç Harekâtı, 19 Kasım 2022 tarihinden itibaren Suriye’de bulunan YPG ve PYD güçlerine karşı hava operasyonları şeklinde icra edilmeye başlanmıştır. Harekât, Millî Savunma Bakanlığı tarafından “Hesap Zamanı! Alçaklardan hain saldırıların hesabı soruluyor!” açıklaması ile Twitter’dan duyuruldu. Ayrıca açıklamada operasyonun meşruiyeti bakımından BM Şartının 51. Maddesinden doğan meşru müdafaa hakkının yerine getirildiği ve komşularının toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygılı olarak terörle mücadele edildiği vurgulandı.

    Yeni Bir “Gerekirse Suriye’ye dört adam yollarım, sekiz füze attırırım” Vakası

    Hatırlanacağı üzere, AKP hükümeti ve destekçisi basın tarafından, 26 Eylül 2022 tarihinde Mersin’de Mezitli Polisevine ve 13 Kasım 2022 tarihinde İstiklal Caddesinde düzenlenen bombalı saldırıların PKK ve PYD tarafından düzenlendiği belirtilmişti. Bahse konu teröristlerin de yasadışı yollarla Suriye’den geldiği vurgulanmıştı. Türkiye’de bile çok fazla kişinin “mizansen” olarak değerlendirdiği olayların arka planında Suriye’ye düzenlenmek istenen yeni bir operasyonun yattığı düşüncesi yaygın.

    Gerçekleşen saldırıların “Gerekirse Suriye’ye dört adam yollarım, sekiz füze attırırım” bakış açısının ürünü olduğu ve muhalifleri ikna için altyapı olarak kullanıldığı düşünülüyor. AKP hükümetinin her seçim döneminde olduğu gibi yine ve yeni bir sınır ötesi operasyon planladığı bazı çevrelerde zaten dile getiriliyordu. Ancak başta ABD ve Avrupa olmak üzere pek çok ülke buna karşı çıkıyor. Özellikle Esad’ın eski gücünü ve etkinliğini kazanmaya başlamasından sonra sürecin kansız ve daha yumuşak bir geçişle tamamlanması amaçlanıyor. Bölgede yeniden çatışma ortamı çıkaracak her girişime karşı çıkılıyor. Türkiye’nin düzenleyeceği her yeni operasyona bu nedenle karşı çıkılıyor.

    Hava operasyonlarına gelen tepkiler göz önüne alındığında AKP hükümeti operasyon için bilgilendirme yapmamış ve daha önemlisi dünya kamuoyunu meşruiyet anlamında ikna edememiştir. ABD’nin hava operasyonlarını ve olası kara harekâtını “istila” olarak değerlendirmesi ve “operasyona karşı güçlü muhalefet” olduklarını açıklaması Türkiye ile ABD arasında başlayacak yeni bir gerilimin ayak sesleri olabilir. AKP hükümeti de bu tepkileri öngördüğü için olacak ki özellikle İstiklal Caddesi patlaması sonrasında bazı bakanlar ve siyasiler ABD ve batıyı suçlar nitelikte açıklamalar yapmışlardı.

    Terörle Mücadele mi Yoksa Yine Oy Devşirmek mi?

    Kara Operasyonu ne zaman başlar veya yapılır mı henüz net değil. İktidar yandaşı medya ve siyasilerin söylemlerine göre yakın zamanda başlaması muhtemeldir. Kış aylarında operasyon icra etmenin zorluklarını bilmeyen veya önemsemeyen siyasi iradenin olası bir operasyondan en büyük beklentisi oy oranının yeniden istenen seviyelere ulaşması olacaktır. TSK’nin de hava ve iklim muhalefetinin zorlayıcı başat faktör olduğu dönemde icra edilecek bir operasyona koşa koşa gitmek isteyeceğini kimse iddia edemez herhalde. Bu isteksizlik rahata düşkünlükten ileri gelmiyor elbette. Ancak ne şu anki TSK komuta kademesinde askerini düşünerek bu şerhi koyacak komutan var, ne de siyasi çıkar peşinde olmadan yaşananları değerlendirebilen bir siyasi irade.

    (Devam edecek)

  • Türkiye’nin Suriye’deki Sınır Ötesi Harekâtlarının Sonuçları

    Sınır Ötesi -Suriye- Harekâtları – 8

    Suriye’de iç savaşın başlamasından itibaren icra edilen her faaliyeti Esad’ın devrilmesi üzerine kurgulayan AKP Hükümeti ve Erdoğan, an itibariyle Esad’la barışma ve yeniden görüşme aşamasına gelmiştir. İcra edilen harekâtlar, harekâtlar, desteklenen gruplar, siyasi ve askeri politikalar ister doğrudan isterse dolaylı olsun aslında Esad’ın yönetimden indirilmesi stratejisinin ürünleridir.

    Sonuç olarak Esad, daha da güçlenmiş bir şekilde konumunu korurken kaybettiğimiz her bir askerimiz ve milli menfaatimiz için hesap vermesi gereken sorumlular başarıdan bahsetmekteler. Suriye’ye düzenlenecek harekâtlara mesafeli bakan, askerimizi Suriye bataklığında boğmak istemeyen, ilişkilerin diyalog ve siyasi adımlarla çözülmesini isteyen üst düzey asker, akademisyen, bürokrat ve diplomatları KHK’larla cezalandıran Erdoğan ve yönetimi sonuç itibariyle kayıpların baş sorumluları olarak görülmelidir.

    AKP hükümeti ve destekçileri, sınır ötesi harekâtların hemen hepsinin icrası esnasında veya sonrasında karşı çıkan herkesi “vatan hainliği” ve “milli olmamak” ithamlarıyla suçlarken, birçok vatandaş da görüş ve düşüncelerini beyan ettikleri için soruşturma ve kovuşturmaya maruz kaldı. Eleştiri ve karşıt görüşe tahammülü olmayan bir yönetim, askerin kanı ve silahı üzerinden yaptığı siyaset ile toplumu baskı altına aldı.

    Türkiye’nin bölgedeki varlığı Suriye rejimi tarafından daima “milli güvenlik ihlali” olarak değerlendirilmiş ve birçok defa Suriye ordusu ile karşı karşıya kalınmıştır. Esad rejimi zaman geçtikçe toprakları üzerindeki kontrolü yeniden sağlamaya başlamıştır. Yakın dönemde Türkiye’nin asker bulundurduğu bölgeleri terk etmesi kaçınılmaz olacaktır. Bilhassa Esad ile yeni bir döneme girmek isteyen AKP yönetimi, Suriye’nin topraklarından çıkılması isteğine göz yumacaktır. Suriye yönetimi ve YPG’nin son yıllardaki ortaklığı göz önüne alındığında YPG’nin bölgede söz sahibi olacağını ve daha da güçleneceğini ön görebiliriz. Böyle bir durumda da yapılan harekâtlar, verilen kayıplar, harcanan milli servet bir bakıma karşılıksız kalmış olacak.

    Kar – Zarar Dengesinin Şaştığı Harekât Sonuçları

    Türkiye, kendisine ortak seçtiği ve bölgedeki müttefiki olan ÖSO ve SUO mensuplarının yaptıklarından dolayı birçok suçlama ve karalamaya maruz kaldı. Birçoğunun eğitimi ve teçhiz edilmesi görevini de üstlenen Türkiye, bu gruplarda yer alan militanların işlediği yağma, tecavüz, işkence ve yargısız infaz gibi suçlardan sorumlu tutuldu. Özellikle Barış Pınarı Harekâtında insan hakları ihlalleri, yasaklanmış silah kullanımı ve savaş suçu isnatlarına muhatap olan Türkiye, dünyadan pek çok tepki topladığı gibi yaptırımlara da maruz kaldı.

    ABD ve Rusya, yıllardır devam edegelen güç ve çıkar mücadelelerinde bu kez Suriye topraklarını ring olarak kullandılar. Afganistan ve Irak tecrübelerinden dolayı kendi askerlerini zaruri olmadıkça sahaya sürmeyen bu ülkeler neticede pastadan en büyük dilimleri alan paydaşlar oldular. Yönetimsel ve ideolojik olarak asla anlaşamayan ABD ve Rusya, petrol ve alan paylaşımı mevzu bahis olduğunda seviyeli bir ortaklık kurdular. Ayrıca sahada destekledikleri yerel güçlere silah, mühimmat, ekipman ve teknolojik destek ürünleri satan bu ülkeler bölgenin şekillenmesinde de söz ve imtiyaz sahibi oldular.

    Tarihsel sırayla incelediğimiz harekâtlara yukarıda bahsettiğimiz detaylardan bakmak genel resmin görülmesi açısından faydalı olacaktır. Bedel ödenirken ve mücadele verirken en ön safta yer aldığımız bölgede, kazanımları halkımız ve ülkemiz dışında müdahil olan diğer ülkelerin elde ettiği harekâtların başarılı olup olmadığının kesin hükmünü tarih verecektir. Fakat eldeki veriler üzerinden de bir kâr-zarar değerlendirmesi yapmak da mümkündür ve bunu okurların rahatlıkla yapabileceğini düşünüyorum.

    (4.Bölüm sonu)

    (5.Bölüm devam edecek: Türkiye Suriye İlişkilerinde Kriminal Boyut)