Türkiye’de İç Savaş Çıkar mı?

14 Mayıs’ta yapılacak Başkanlık seçimleri yaklaşırken, toplumun bir kısmı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun her türlü hileye rağmen sandıktan birinci çıkması ve kazanması durumunda Saray’ın şiddete başvuracağından korkuyor.

AKP bunu inkâr etse de AKP iktidarının dayağını yiyen muhalif taban uzun zamandır Erdoğan’ın kaybetmesi durumunda gitmeyi reddedebileceğini yüksek sesle dile getiriyor.

Yapılan son anketlerde AKP’nin kemik tabanında gözle görülür kopuşlar yok. AKP’li üst düzey isimlerin dilini kullanan taban, yaklaşan seçim sürecinde İslam düşmanı muhalefetin yoğun propaganda yaparak Erdoğan’ı yıpratmak istediğini düşünüyor.

Türkiye, tarihinin en önemli seçimine giderken, Erdoğan görünüşte sağlıklı ve kendine inananların Reis’i olarak son vuruşa hazırlanıyor. Altı muhalefet partisi ilk kez tek bir aday etrafında kenetlenmiş durumda.

Gergin seçim atmosferinde, yasa dışı silahlanmanın arttığı, cezasızlığın hüküm sürdüğü organize suç örgütlerinin mantar gibi türediği bölünmüş bir toplumda sokağın huzursuzluğu her türlü senaryoyu mümkün kılacak riskleri bünyesinde barındırıyor.

***

Yazıya giriş olarak seçtiğim yukarıdaki cümleler az çok ülke gündemini takip eden her kesimden muhalif insanın bildiği gerçekler. Peki o zaman bu cümleleri neden kalın italik bir formatta girişe yerleştirdim? Bu girişin, yazının devamını okutacak etkiyi sağlayacağını niye düşündüm? Çünkü bu yazı 7 Ekim 2012 kanlı Venezuela seçimlerinden iki ay önce yayınlanmış bir haberden alındı. Tarih ve isimler değiştirildiğinde yukarıdaki metin ortaya çıktı.

Son anket sonuçlarına göre Erdoğan, Başkanlık koltuğunu koruyacak yeterli çoğunluğa ulaşamıyor. Devasa propaganda gücüne ve devletin onlarca imkânına rağmen derin ekonomik iflas ve son yaşanan deprem felaketi nedeniyle oy oranları bir türlü istediği seviyeye gelmiyor. Erdoğan’ı yeterince tanıdığını düşünen büyük bir kitle de onun yenileceği seçime girmeyeceğinde hemfikir. O zaman Erdoğan ne yapacak? Kaybedeceği seçimden nasıl galip çıkacak? Son dönem dillendirilen iki olasılık var. İlk olasılık seçime hile karıştırarak YSK eliyle bir oldu bitti oluşturup zaferini ilan etmek. Bu yazının konusunu da teşkil eden ikinci olasılık ise ölçeğini bilemediğimiz kanlı bir kaos ortamı oluşturarak muhalefeti sindirmek ve seçim sonuçlarını kendi lehine dayatmak.

Peki Erdoğan bu kadar ileriye gidebilir mi, gerçekten böyle bir çılgınlığa girebilir mi? Bu sorunun tam olarak cevabını vermek kolay değil.

İşte bu nedenle Türkiye’den önce benzer bir süreci geçirmiş Venezuela örneği bize bazı varsayımlar yapma imkânı verebilir. Hugo Chavez 1995 yılında girdiği hapisten 1997 yılında çıktıktan sonra kurduğu Beşinci Cumhuriyet Hareketi ile katıldığı 1998 seçimlerinde Venezuela devlet başkanı seçildi. Başkanlığının dördüncü yılında 11 Nisan 2002 tarihinde başarısız bir darbe teşebbüsüne maruz kaldı. Halkın da ikiye bölündüğü bu dönemde Hugo Chavez’e destek veren grupların başında paramiliter bir yapı olan Kolektifler geliyordu. Şiddetin tavan yaptığı sokak çatışmalarında ön safta yer alan Kolektifler 2002 darbesini geri püskürten asıl gücün kendileri olduğunu her fırsatta dile getirdiler hatta içlerindeki bazı gruplar bu çatışmalara dini anlamlar bile yüklediler.

“We saved the president in 2002(Başkanı 2002 de biz kurtardık) repliği o döneme damgasını vurdu, marşlara ve şarkılara nakarat oldu.

Hugo Chavez kendine karşı yapılan başarısız darbe sonrası orduda gerçekleştirdiği tasfiyeler ve yeni atamalar ile politikayla iç içe geçmiş bir ordu dizayn etti. Askeri kışlasından çıkararak bakanlıklara, kabine görevlerine atadı. Generallere bankaların ve diğer finansal hizmetlerin kontrolünde geniş olanaklar sağladı. Bu dönem farklı liderler altında parçalı bir yapıya evrilen paramiliter Kolektiflerin bir kısmı hükümet desteğiyle resmi yardım programlarının uygulanmasında aktif rol aldı. Bu sayede fakir halk kitleleri arasında yayıldılar. Kolektifler içerisinde birçok eski asker ve polis, orta ve üst düzey yönetici olarak görev aldı. Bu asker ve polislerin eski kurumlarıyla irtibatlarının kopmadığı ABD istihbarat raporlarında kayda geçti.

2012 yılında Chavez’in ani rahatsızlığı nedeniyle yerine geçen Nicolas Maduro’ya karşı harekete geçen muhalifler Maduro’nun istifa etmesi ve erken seçim çağrısında bulunması için baskı yapmaya başladılar.

Maduro artan baskıya direnirken, muhalefetin kontrolündeki Ulusal Meclis’in başkanı Juan Guaido, kendisini geçici devlet başkanı ilan etti. Bu çıkış sonrası sokaklar bir defa daha karıştı Maduro ordu ve polise ek olarak Seçimle olmuyorsa silahla olur” diyerek Kolektif paramiliter grupları tekrar sahaya sürdü. Kolektif üyelerine binlerce silah dağıtıldı. Örgütlü, hızlı organize olan, silahlı eğitim almış grupların polis himayesinde insan avı, muhalif blokta kırılmalara neden oldu. Maduro koltuğunu korumayı ve muhalefeti ezmeyi başardı.

Venezuela Sosyal Çatışma Gözlemevi’nin yöneticisi Marcos Ponce’ye göre, 2012 kanlı seçimlerinde kolektiflerin etki alanı çok büyüktü. Sadece başkent Caracas’ta 80-100 arası grup vardı. O dönem halka açık alanları işgal edip kimlik kontrolü yaptıkları, okulları, hastaneleri ve işyerlerini denetledikleri basına yansıdı. 

Esas olarak şehrin daha fakir bölgelerinde faaliyet gösteren Hugo Chavez devrimini ne pahasına olursa olsun savunan bu insanların tam olarak kimler oldukları da belli değildi. Güney Amerika Şiddet Gözlemevi müdürü Roberto Briceno Leon’a göre kolektifler, ordunun ve polisin yapmak istemediği kirli işleri yapıyor özel şahıslar olarak hareket edip devletin yargı ve kolluk güçleriyle iyi ilişkileri sayesinde cezasız kalıyorlardı. Bugün Kolektifler başlığı altında toplanmış yüzlerce alt gruptan oluşan binlerce silahlı rejim fanatiği dağınık haldeki muhalefetin korkulu rüyası durumunda.

***

Venezuela’dan Türkiye’ye geçecek olursak seçime iki aydan az bir süre kaldı. Türkiye’de son on yılda yaşananları da göz önünde bulundurursak Saray’ın seçimle olmazsa kaos ile olur seçeneğini masada tuttuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burada Venezuela örneğinden hareketle akıllara hemen şu soru geliyor. Saray’ın paramiliter bir ordusu var mı? Evet var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın önüne gitmesini hatırlayın. Hatta sadece Saray’ın değil Saray ile hareket eden milliyetçi unsurların, ulusalcı kanadın, Hizbullahçıların yer altında silahlı unsurları var.

Bence Saray’ı tedirgin eden konu da bu gruplar. Çünkü paramiliter yapıların (arkalarındaki beyinlerin) kaos durumunda birlikte hareket edip muhalifleri hedef alacağının garantisi yok. Saray, geçiş sürecinde arkadan vurulmak istemiyor. Bu bağlamda Erdoğan’ın ısrarla Kemal Kılıçdaroğlu’nu karşısında görmek istemesinin bir nedeni de iktidar ortağı milliyetçi, ulusalcı, İslamcı paramiliter yapıları Türk ve Sünni olmayan Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı konsolide edilebileceğini düşünmesiydi. Dersimli, Zaza, Alevi Kemal Kılıçdaroğlu düşmanlaştırma propagandası için en uygun adaydı. 

***

Venezuela’da Maduro ve ortakları dikta rejimini kurmayı başarıp cehennemin kapılarını açtılar. Tabi ki Türkiye bir Venezuela değil, her ülkenin kendine özgü toplumsal yapısı ve çok farklı dinamikleri var. Ancak dikta rejimlerine giden yollar farklı olsa da mutlaka aynı duraklardan geçerler. Umarım Türkiye o durağa uğramaz.