Devletin Çocukları

Ailesi tarafından şiddete uğrayan ya da ötekileştirilen çocukların, gerekirse devlet tarafından zorla alıkonulması ve bu himayede bütün ihtiyaçları karşılanarak topluma yararlı bireylere dönüştürülmesi gerekir. Devlet’in “koruma” görevlerinden biri de budur!

Peki ya bir çocuk devlet himayesinde iken devletin şiddetine maruz kalırsa ne olur? Bu çocuk derdini kime anlatır ya da onu kim korur? Hukuk fakültesinde, hocalarımız adaletin işlevinden bahsederken “Et kokarsa tuzlarsınız, ama tuz kokarsa ne olur?” derlerdi.

“Devletin çocukları”ndan bahsediyorum. Ailesi devlet olan çocuklardan… Onların kimisi, daha küçük yaşlarda askeri okullara yerleşerek himayesine girdiği devletini anne-baba belleyen çocuklar ve kimisi de kınalar yakılarak davul zurna eşliğinde en verimli çağlarında zorunlu askerlik hizmetini yapmak üzere devlete emanet edilen çocuklar.

Hepimiz tanıyoruz onları! Askeri öğrencilerden, erlerden ve bir kısım kursiyerlerden bahsediyorum.

Şu anda 15 Temmuz davalarında birçoğu müebbetle yargılanan 500’e yakın askeri okul öğrencisi, 250’ye yakın kursiyer teğmen ve 150’ye yakın er cezaevlerinde tutuluyor. Biz onları, okullarının KHK’lar ile kapatılmasından, sorgusuz sualsiz 17 bin kişinin ihraç edilmesinden, Murat Tekin ve Ragıp Enes Katran’ın Boğaziçi Köprüsü’nde siviller tarafından linç edilmesinden, Melek Çetinkaya ve diğer öğrenci annelerinin hiç susmayan feryatlarından, siyasilerin ve sivil toplumun tepkisizliğinden veya çok cılız tepkilerinden tanıyoruz.

Geçmiş

Evet. “Devlet’in çocukları” anne ve babalarından şiddet ve zulüm görüyor, toplumun geri kalanı ise “Vardır devletin bir bildiği” diyor veya “Anne babasıdır sever de döver de” diye düşünerek aile içi meselelere karışmayı pek düşünmüyor.

“Ama onlar da halka silah doğrulttular!” diyerek 15 Temmuz gecesindeki birkaç münferit olay üzerinden binlerce çocuk ve genç soluksuz bırakılıyor. Hukuken, bu askeri öğrenciler, kursiyerler veya erler, bireysel olarak işledikleri suçlar hariç olmak üzere bu davalarda ancak ve ancak “tanık” olabilirler. Bir şekilde sanık sandalyesine oturtuldularsa bile durumuna göre “ceza verilmesine yer olmadığı” veyahut “beraat” kararının verilmesi gerekir.

Bu çocukların çoğu o gece ellerine silah bile almış değiller. İster er olsun ister askeri öğrenci, görevlendirildikleri bir askeri operasyon hakkında bilgi sahibi olmaları beklenemez. “Bilmesi gereken prensibi” gereği hiçbirine bu bilginin verilmesi mümkün bile değildi. Bunların hiçbirinin darbeden haberi olmamıştı. Bu çocuklar, komutanları veya amirleri tarafından verilen emirleri, bunun darbe teşebbüsü olduğunu bilmeden rutin bir “görev bilinciyle” kabul etmiş ve bu şekilde hareket etmişlerdi. İnisiyatif alma yetkileri yoktu, emre aykırı hareket etme ya da verilen emri sorgulama konumunda değillerdi. Bütün bunlar bir tarafa birçok öğrenci grubu “tatbikat var” denilerek ya da “eğitim” adı altında otobüslere bindirilmişlerdir. Dolayısıyla bu kişilerin cezai sorumluluğunun da olmaması gerekir.  

Ceza hukukunda temel bir kural vardır. Fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı da içerisinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık ce-za-lan-dı-rı-la-maz (5237 sayılı TCK’nın 30/4). Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulur. Bu durumu, alelacele ceza mahkemesi kürsüsüne çıkarılan tecrübesiz hakimlerin dahi bilmemesi mümkün değildir.

Peki “altın çağını yaşayan” devletin üç temel organından biri olan yargının bu öğrencilerle alıp veremediği nedir? Aklen, vicdanen ve hukuken kabul edilmesi mümkün olmayan, ceza politikalarına taban tabana zıt olan bu müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hapis gibi cezalar neden bu çocuklara reva görülüyor? Devlet, kendi öz çocuklarına neden bu muameleyi yapıyor?

Bana göre bu sorunun cevabı rakamlarda gizli.

Rakamlar Yalan Söylemez

Aradan neredeyse 6 yıl geçmesine rağmen, 15 Temmuz olayı hala karanlıklarla dolu. Artık devletleşmiş olan iktidar, bu olayı kamuoyuna ne kadar büyük ve korkunç gösterirse ondan o derece nemalanacağını iyi biliyor ve bugüne dek bunu yapmayı başardı. Bu yüzden 15 Temmuz ile ilgili hem verilen ilk rakamların ve hem de yargılamaların neticesinde ortaya çıkan rakamların önemi büyük.

Grafik[1]

Şimdi aşağıda açıklayacağım nedenlerden dolayı “tecrübesiz, yetkisiz ve rütbesizler grubunun” darbe davalarıyla ilgili kamuoyunda tamamen “dolgu malzemesi” olarak nasıl kullanıldıklarını rakamlara dayanarak açıklayacağım. Ne de olsa rakamlar yalan söylemezler!

Gelin şimdi bu rakamları biraz daha detaylı inceleyelim.

TSK, 15 Temmuz’un hemen sonrasında, darbe girişimine katılan personel sayısını 8.651 olarak açıklamıştı. Bu rakamın yüzde 14’ünü (1.214 kişi) askeri öğrenciler ve yüzde 19’unu (1.676) er ve erbaşlar oluşturuyordu. Toplamda yüzde 33’ü, yani her üç kişiden biri elinde hiçbir yetki bulunmayan er veya öğrencilerden ibaretti.

Ayrıca bu rakama, -Harp Okullarından gelenler hariç olmak üzere- birçoğu henüz 3-5 aylık asker olan, silah ve askeri tecrübeleri yok denecek kadar az olan 700’e yakın kursiyer teğmen dahil değil!  Başta Jandarma Okullar Komutanlığı Davası (257 Jandarma kursiyer teğmen), Akıncı Üssü Davası (79 Hava Kuvvetleri kursiyer teğmen), Kara Harp Okulu Davası (156 kursiyer teğmen), ve diğer bazı darbe davalarında yargılananlarla birlikte toplamda yaklaşık 700 kursiyer teğmenle birlikte oran daha da büyüyecek ve rakam yüzde 40’ı aşacaktır.

Yargılamalar gerçekleşinceye kadar, yani ilk verilen rakamlarda bu taktik işe yaradı ve bu erler, öğrenciler ve kursiyerler sayesinde darbeye katılan asker sayısı epey şişirilmiş oldu. “Devlet’in çocukları”nın rakamsal desteği olmasaydı, darbeye katılan asker sayısı yüzde 40 daha az olacak ve bu da kamuoyunu tatmin edici bir açıklama olmayacaktı.

Bir diğer rakamsal veri ise yargılamalar sonucunda toplamda 4.890 sanık hakkında cezaya hükmedilmesidir. Bunların rütbe ve ceza dağılımı ise kısaca aşağıdaki gibidir. 

Tablo[2]

Grafik ve tablo incelendiğinde bu üç grubun (Kursiyer Teğmen, Askeri Öğrenci, Erbaş/Er) oldukça geniş bir alanı kapsadığı görülecektir. Ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezası alanlar açısından bu üç grubun genele oranı yüzde 23,5 ve süreli hapis cezaları açısından bu oran yüzde 8,6. Bu da demek oluyor ki, darbe davalarından dolayı ceza alan her dört kişiden biri (1/4) bu olaydan haberi olmayan, yetkisiz, rütbesiz, tecrübesiz inisiyatifsiz ve verilen emri sorgulama yetkinliği olmayan askeri öğrenci, er veya kursiyerlerden oluşuyor.

Talat Aydemir Girişimi ve Aldanan Harbiyeliler

Peki böyle mi olmalıydı? Devlet bu durumda başka bir refleks gösterebilir veya farklı bir inisiyatif alabilir miydi? Bunun için, Türkiye’nin ilk başarısız darbe girişimleri olarak nitelendirilen Albay Talat Aydemir girişimleri (22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963) sonrasındaki tutuma baktım.

Bilindiği üzere bu girişimlerde Kara Harp Okulu öğrencilerinin önemi büyüktü. Bu iki girişim neticesinde 1.459 Harp Okulu öğrencisinden 75’i 4 yıl 2 ay ağır hapse, 91’i de 3 ay hapse mahkûm edilmiş, 1.293 öğrenci beraat etmiştir. Mahkeme, ikinci sınıf öğrencilerinden beraat edenler dâhil 635 kişinin okuldan uzaklaştırılmasını istemiştir. Bu mahkumların öğrencilik sıfatları kaldırılmış, kamu hizmetlerinden ömür boyu mahrum edilmişlerdir. 824 mevcutlu 1. sınıf öğrencilerinden 18’i mahkûm olmuş, 806’sı beraat etmiştir. Beraat eden Harp Okulu 1. sınıf öğrencilerinin ise öğretime devam etmeleri kararlaştırılmıştır. Okuldan uzaklaştırılan öğrenciler özel bir karar alınarak tazminat ödemekten muaf tutulmuş olup, bu öğrenciler için sonradan ek üniversite kontenjanları açılmıştır.

Albay Talat Aydemir’in öncülüğündeki darbeye, bu operasyonun darbe olduğunu bilerek ve isteyerek (doğrudan kast) ile katılan harp okulu öğrencileri o dönemde devlete yeniden kazandırılmıştır. 

Talat Aydemir’in öncülüğündeki darbeye karıştığı gerekçesiyle 1963 ve 1964 yılı mezunu devrelerin tamamını kapsayacak şekilde ordudan atılan 1.459 Harbiyeli arasında; İsmet Solak (Hürriyet gazetesi yazarı), Süleyman Genç (eski milletvekili), Ertöz Vahit Suiçmez (Eski Milletvekili), Selahattin Taflıoğlu (Eski Milletvekili), Hakkı Koşar (Tekvando Eski Dünya Şampiyonu), Atilla Örsel (Türkiye-Avrupa-Balkanlar Jimnastik Federasyonları Başkanı-İTO Meclis Başkanvekili), Savaş Süzal (Sabah Gazetesi Washington Temsilcisi), Fethi Tunç (Eski Vali), Ali Rıza Konuralp (DGM Hakimi), Namık Aydınoğulları (Başbakanlık Denetleme Kurulu Eski Başkanı), Hüseyin Dinçer (Türk Telekom Yönetim Kurulu Üyesi), Prof. Ergül Han, Prof. Abdullah Gül, Prof. Ali Zaimoğlu, Prof. Dr. Tahsin Akalp ve sayısız bilim adamı, profesör, üst düzey bürokrat, sporcu, gazeteci, politikacı bulunuyor.

O dönemin devlet aklı ve konjonktürü ile şimdiki dönem elbette bir değil, bunun farkındayım. Ancak, devlet o dönem yapıcı bir politika benimseyerek ‘‘kendi öz evlatlarını’’ yeniden topluma kazandırmayı bilmişti.

Şimdi düşünüyorum da 15 Temmuzda darbeden habersiz olan bu çocukların, devletin diğer evlatlarından ne farkı vardı?


[1]  Kursiyer teğmenlerin yargılandığı başlıca davalar; Jandarma Okullar Komutanlığı Davası (257 Jandarma kursiyer teğmen), Beştepe Jandarma Gn.K.lığı Davası (40 civarı Jandarma kursiyer teğmen), Akıncı Üssü Davası (79 Hava Kuvvetleri kursiyer teğmen), Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı Darbe Davası (40’tan fazla kursiyer teğmen), Kara Harp Okulu Davası (156 kursiyer teğmen), Kara Havacılık Komutanlığı Darbe davası (tespit edilebilen 34 kursiyer teğmen), 58. Topçu Tugayı ile Topçu ve Füze Okul Komutanlığı Darbe Davası (Çoğunluğu kursiyer ancak net rakama ulaşılamadı)  olarak sıralanabilir.

[2]

Toplamda 964 sanığa ceza verilmesine yer olmadığına yönelik karar çıkmıştır.

**  Yargılamalar devam ettikçe, özellikle AYM ve AİHM aşamasında mahkûmiyet oranlarının daha da azalacağını düşünüyorum. 

*** Kursiyer subaylar için verilen rakamlar net olmayıp, tespit edilebilenlerden ibarettir.