“Haysiyetsiz Namussuz Şerefsiz”

– Deprem ve Siyaset İlişkisi Üzerine

Şu üç günlük dünyada insan hayatından daha değerli bir şey yok. Deprem sonrası ortaya çıkan yıkım manzaraları bu gerçeği bir kere daha hem de adeta deprem şiddetinde hepimize hissettirdi. Can pazarına dönen enkaz yığınlarından kurtarılan her beden, bir an için bile olsa bize cari ölü sayısını unutturdu ve umutlarımızı coşturdu. Tabii ki her şey böyle basitleştirilmiş bir denkleme göre cereyan etmedi.

Yiten canların ve yaşanan dramların acısını kalbimiz titreye titreye hissettik. Depremden sonraki ilk saatlerde yıkık binaların, harabeye dönen şehirlerin görüntülerini gördükçe dehşetle sarsıldık, içimizi kara bulutlar sardı ve “Allah’ım, n’olur bir mucize” diyerek enkaz altındaki herkesin sağ salim kurtulması için dua ettik. Ölü bedenler gün yüzüne çıktıkça kahrolduk. Sağ salim kurtarılanları gördükçe Allah’a şükürler ettik. Şimdi söylenmenin, siyaset yapmanın zamanı değil deyip, enkaz altındakiler için hayatın ışıkları sönmesin diye elimizden ne gelir diye düşünmeye başladık. Sesimizi duyan var mı, diyenlerin seslerini duymaya gayret ettik. Ben nasıl yardım edebilirim diye dört döndük. Elimiz yettiğince, dilimiz döndüğünce bu hayatta kalma mücadelesine omuz verdik.

Düşman Dediğimiz Dostlarla

Devletin resmi organları bünyesindekilerle birlikte yerel yönetimlerin ve STÖ’lerin oluşturduğu arama kurtarma ve yardım ekiplerinin, gönüllü vatandaş teşekküllerinin, askeri birliklerin, polis teşkilatının, köy korucularının ve adını anmayı unuttuğumuz diğer ekiplerin enkaz yığınlarının altındaki canlı bedenlere ulaşmak uğruna verdikleri canhıraş mücadeleyi sosyal medya yayınlarından adeta saniye saniye izledik.

Zaman zaman en büyük düşmanımız olarak ilan ettiğimiz ülkelerden gelenler de dahil olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden deprem bölgesine ulaşan kurtarma ekiplerinin profesyonel gayretlerini kalbimizin bir köşesine not ettik.

Bir kere daha hayata ve umuda tutunduk, bir kere daha insanlığın ölmediğini, yardımlaşmanın, dayanışmanın, insan sevgisinin milliyeti, ırkı olmadığını anladık.

Kurtarma ekiplerinin fedakarlıklarını, canlarını hiçe sayarak bir bedenin daha nefes alıp vermesi için didinmelerini, psikolog/pedagog edasıyla canlı bedenlerine ulaştıkları insanlara moral vermelerini, sesini duydukları fakat bedenlerine henüz temas edemedikleri göçük altındaki mağdurların hayata tutunma dirençlerini sürdürmek adına sarf ettikleri çoğu amatörce fakat hepsi de içten rehabilite sözcüklerini unutmayacağız. Asla unutmayalım. Bu hafıza diriliğini muhafaza edebilirsek toplumsal barışı inşa etme mücadelesinde de hızla yol alabiliriz.

Kirli Siyaset(çiler)

Sahada kurtarma çalışmalarına doğrudan katılan ya da katkı sağlayan bileşenlerin koordine edilmesiyle ilgili baştan itibaren adil bir sistem oluşturulması ve bunun da resmi makamlar tarafından icra edilmesi gerekirdi. Bu konuda ilk günden itibaren birçok siteme şahit olduk. Bir mahallede harıl harıl çalışan ekipleri görürken, başka bir mahallede ise resmi kurtarma faaliyetleri adına ıssızlığın hüküm sürdüğünü gördük. Ve bu çarpıklığı dillendirenlerin başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar yetkililerinin “haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz” gibi devleti idare edenlerin ağzına yakışmayacak sözleriyle ve “hesabı sorulacak” tehditleriyle irkildik.

Kendilerini İslam’ın halifesi ya da hâdimi olarak lanse edenlerin, kutsal kitabımızda yer alan “Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide/32) ikazıyla hiç de bağdaşmayan tavırlarına şahit olmuş olduk. Saniyelerin önem arz ettiği kurtarma çalışmalarında koordine vazifesini üzerine alan kişi ve kurumların ve bunlara talimat veren idarecilerin bu çarpık ve çapsız anlayışları asla kabul edilemez. Maalesef AKP iktidarı ile vücut bulan Siyasal İslamcı yönetim anlayışı bu son deprem felaketinde topluma bu anlayışı dayattı.

Afet bölgesine gönderilen yardım tırları, yardıma ihtiyacı olanlar açısından hiçbir önemi olmadığı halde siyasal kimliklendirmeye maruz bırakıldı. Kurumsal STÖ’ler belki bir nebze bundan ayrık tutuldular, fakat bireysel ya da küçük işletmeler seviyesindeki yardımların taşındığı tırlara iktidar partisinin ya da iktidarı çağrıştıracak şekilde mülki idarelerin isimlerini taşıyan afişler asıldı. Oysa bölgeye gönderilen yardımlar için sadece “deprem yardımı” ibaresi kullanılması yeterli olurdu. Bu yardımların tasniflenip ihtiyacı olan doğru kişilere ulaştırılmasında ne derecede başarılı olunduğunu ise tespit edebilmek mümkün görünmüyor. Bununla birlikte depreme maruz kalan illerde yağmalanan dükkanları, marketleri gördük. Yardım malzemelerini çalan hırsızları gördük. Yurt içinden ve yurt dışından bölgeye adeta akan yardım malzemelerinin dağıtımındaki koordinesizlikleri de gördük. Fakat bu aşikâr sorunların sorumlularını işaret edenler iktidar tarafından bir çırpıda “haysiyetsiz, şerefsiz, namussuz” ilan ediliverdiler.

Sahte Kahramanlar

Şundan emin olabilirsiniz ki, bu sürecin yani sahadaki kurtarma çalışmalarının nihayetinde Erdoğan, AKP iktidarı ve yönetim bileşenleri, bir canı kurtararak bütün insanlığı kurtarmanın sevabını kazanmayı hak edenlerin, gözlerimizi dolduran kahramanlık hikâyelerinin arkasına saklanacaklar ve iktidar koltuğunda oturdukları 20 yılın ihmallerini, kusurlarını, vurdumduymazlıklarını gözlerden kaçırmanın en kurnazca yöntemlerini sergileyecekler.

Hayatını kaybedenler için mevlitler okutacaklar, bu işin doğasından ve kaderden dem vuracaklar, yerle bir olan şehirleri yeniden imar etme sözleri verecekler, halktan toplanan yardım paralarıyla ve kaynağını açıklamayacakları dolarlarla depremzedelere nakit yardımlar dağıtacaklar, depremden sağ kurtulan bebekleri kucaklarına alıp sevecekler, halka şirin görünmek adına her türlü ikiyüzlülüğü sergileyecekler, yüzleri kızarmadan, hatalarını, kusurlarını, suçlarını umursamadan saraylarında yatacaklar ve seçim meydanlarında nutuklar atacaklar.

Bunlar kabul edilebilir şeyler değil. İktidarın, afet sürecini yönetmedeki kifayetsizliğini örtmek için elinde bulunan bütün devlet imkânlarını ve medya gücünü obur bir iştahla kullanmaktan çekinmeyeceği ortada. Bunun karşısında siyasal ve toplumsal muhalefet, omuz omuza vermelidir. AKP çizgisinden uzaklaşan, yaşanan tüm bu olumsuz gelişmelere isyan eden ve artık fikir ve iş birliği içerisinde bulunan kesimler, iktidarı bir an önce hizaya getirilmelidir. Ve ardından ilk meşru zeminde iktidar sandıkta devrilmelidir.

Başka bir yöntem bilen varsa lütfen söylesin.