Yeni Dünya Düzeninde Göç

Göç, insanlık tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kalkıp gitmek, taşınmak anlamına gelir. Esasında doğum bir göç, ölüm bir göç, bu ikisi arasındaki yaşananlar da bir göçten ibarettir diyebiliriz.

Son yıllarda meydana gelen teknolojik gelişmeler sayesinde, insanların hareket kabiliyeti ve her türlü bilgiye erişim noktasında imkânları arttı. Bu durum doğal olarak insanlar, kültürler arasında muazzam bir etkileşimi beraberinde getirdi. Aslında göçlerin milletler ve kültürler arasındaki geleneksel sınırları aşındırdığını ve böylece çeşitliliğe, kültürel ve ekonomik zenginliğe katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Buna rağmen göç fenomeni birçok kişi veya devlet tarafından hala bir tehdit olarak algılanıyor. Peki neden? Bu durumu mevcut uluslararası konjonktürde nispeten doğal olarak görmek ve kabul etmek gerekir.

Unutmayalım ki geçtiğimiz yüzyılda, milyonlarca insanın hayatını kaybettiği iki dünya savaşı yaşandı. Günümüzde ise Ukrayna’da ve Ortadoğu’da yaşananlar, akl-ı selim insan sayısının azlığı veya seslerinin az çıkması, geçmişten gelen ön yargılar, ekonomik krizler insanlarda kendine benzemeyenlere karşı güvensizlik duygusunu körüklüyor. Dolayısıyla küreselleşen dünyamızda göç, farklı boyutlarıyla ve etkileriyle insanlığın doğru yönetmek zorunda olduğu ana meselelerinden biri haline geldi ve mevcut kurulu düzeni bozan bir tehdit olarak algılanmaya başlandı.

Nedenine ister savaşlar, iç çatışmalar, totaliter rejimler, çevre felaketleri deyin; ister yaşam şartları açısından gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler arasında meydana gelen uçurum deyin; günümüzde insanların kitleler halindeki göçü en çok da batılı modern devletleri ve toplumları endişelendiriyor. Çünkü yerleşik demokrasi anlayışının, refahın ve ekonomik kazanımların kaybedilmesinden endişe ediliyor. Temel okul eğitimi bile almamış, alamamış insanlar geldikleri modern şehirlerdeki hayata uyum sağlamakta problem yaşarken, gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru gerçekleşen göç, birçok açıdan yerel halkta tepki doğuruyor ve güvensizliğe sebep oluyor.

Bu güvensizlik problemini daha iyi anlayabilmek için, göçmenlik, mültecilik, düzensiz göçmenlik, illegal göçmenlik, yabancı düşmanlığı, göçmen fobisi, entegrasyon, asimilasyon ve radikalleşme gibi güncel terimler bağlamında göç fenomenini derinlemesine incelemek gerekir. Zira bu kavramların anlamlarının bilinmemesinin; basın-yayın organları veya siyasiler tarafından içlerinin boşaltılmasının ve yanlış kullanılmasının toplumu nasıl olumsuz etkilediğini her an gözlemlemekteyiz. Fakat öncelikle bazı acı gerçeklerle yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Sayılarla Göç Gerçeği

BM Mülteci Örgütü (UNHCR) 25.10.23 tarihinde yaptığı açıklamada, Eylül 2023 sonu itibariyle dünya çapında 114 milyondan fazla insanın çatışma, zulüm ve insan hakları ihlalleri nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldığını belirtti.

Bu açıklamaya göre Ukrayna’daki savaş ve Sudan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Myanmar’daki çatışmalar, Somali’deki kuraklık, sel ve güvensizliğin yanı sıra Afganistan’da uzun süren insani kriz, göçün ana sebepleri oluşturuyor. Açıklanan sayının 43 milyondan fazlasını 18 yaşın altındaki çocuklar oluştururken (yaklaşık %40), uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilerin yarısından fazlası (yaklaşık %52) yalnızca şu üç ülkeden geliyor: Suriye, Afganistan ve Ukrayna.

Uluslararası toplumun çatışmaları çözme veya yenilerini önlemedeki yetersizliğine ve çatışmaları sona erdirmek için birlikte çalışılmanın gerekliliğine vurgu yapılan açıklamada; BM Mülteci Örgütü, “Mültecilerin ve diğer yerinden edilmiş kişilerin evlerine dönmelerine veya hayatlarına yeniden başlamalarına izin vermeliyiz.” açıklamasını yapıyor. Üstelik, UNHCR raporu, 7 Ekim’de başlayan İsrail-Filistin savaşının sonuçlarını kapsamıyor bile.

Devletler, problemlerin asıl sebeplerini adeta görmezden gelircesine alınması gereken tedbirleri öteleyedursunlar, bitmeyen göç gerçeği tüm çıplaklığı ve karmaşıklığıyla karşımızda durmaya devam ediyor. Hem de adeta kar topu gibi yuvarlandıkça büyüyen bir sorun olarak.

Küresel İklim Değişikliği ve Yakın Geleceğe Dair Öngörüler

UNHCR’e göre iklim değişikliğinin sonuçları çok büyük. Özetle:

  • İklim değişikliği, yoksulluk, temel gıda maddelerine bile ulaşımdaki güvensizlikler daha fazla insanı etkiliyor ve insanları güvenlik arayışı için kaçmaya zorluyor.
  • Gıda tedariki halihazırda dünyanın birçok bölgesinde endişe kaynağı olmaya devam ederken, içme suyu gibi sınırlı doğal kaynakların ilerleyen yıllarda kesinlikle daha da kıt hale geleceği; aşırı sıcaklık, soğukluk, kuraklık ve sel durumunda birçok mahsul ve bazı hayvan türlerinin belirli bölgelerde hayatta kalamayacağı öngörülüyor.
  • İnsanların bu duruma uyum sağlamaya çalışmak zorunda kalacağı, ancak çoğu kişi için bunun, hayatta kalabilmek uğruna bilinçli olarak başka bir bölgeye taşınmak anlamına geleceği ifade ediliyor.
  • Diğer yandan giderek daha fazla insanın daha az kaynak için rekabet etmesi nedeniyle, bu durumun topluluklar arasında çatışmayı kışkırtma potansiyeline sahip olabileceği de öngörülüyor.

Dünya Bankası, politikacıların iklim değişikliğine karşı daha kararlı adımlar atmaması halinde giderek daha fazla “iklim mültecisi” olacağı konusunda uyarıyor. Kuraklık, mahsul kıtlığı, fırtınalar ve yükselen deniz seviyeleri nedeniyle 2050 yılına kadar 140 milyondan fazla insanın evini kaybedebileceği ve başka bir yere taşınmak zorunda kalabileceği belirtiliyor.

Bu nedenle iklim göçünün farklı yönleri arasında doğal afetler nedeniyle yerinden edilme, iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle göç kararları ve planlı ya da gönüllü yer değiştirmelerden söz ediliyor.

“İklim göçmenlerinin” statüsü hala büyük ölçüde tanımlanmamış. İklim değişikliğinin sonuçları nedeniyle menşe ülkelerini terk etmek zorunda kalan veya öngörülebilir sonuçlar nedeniyle göç etmeye karar veren kişilerin güvenebileceği uluslararası bir hukuki dayanak şu anda mevcut değil. Ancak çözüm arayışları da yok değil. Örneğin Nansen İnisiyatifi’nin, Koruma Gündemi, 2015 yılında 109 ülke tarafından onaylanmış olup, ulusal ve bölgesel düzeyde “iklim göçmenlerinin” korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır.

İklim değişikliğinden kaynaklanmayan çevresel değişiklikler ve doğal afetler de insanların evlerini terk etmelerine neden olabiliyor. Bir diğer kavram ise “çevresel göç”. Bu da değişen çevre koşullarının göç için hayati önem taşıdığı gösteriyor ve neredeyse tüm göç hareketlerini kapsıyor.

Bu noktada, sıkça duyduğumuz ancak çoğu zaman doğru bağlamda kullanılmayan bazı kavramlara ve uluslararası mülteci hukukunun ana belgesi olan Mültecilere İlişkin Cenevre Sözleşmesine açıklık getirmemiz gerekiyor. Bu sözleşmenin ve bazı terimlerin açıklığa kavuşturulmasının göçmen ve mültecilere yönelen nefretin nedenlerini daha iyi anlamada hepimize yardımcı olacağını düşünüyorum.