Ölüm Orucu Kanlı iftar – Hayata Dönüş Operasyonları

2004 yılında Jandarma Okullar Komutanlığında eğitim aldığımız dönem Jandarmanın mülki görevleri kapsamında cezaevlerinin dış koruması hakkında dersler görürdük. Bu derslerin bir kısmı uygulamalı eğitim şeklinde Jandarma Okullar Komutanlığı yerleşkesinde bulunan, birebir F-tipi cezaevine uygun, ama boyutları küçültülmüş örnek cezaevinde yapılırdı.

Dersleri sıkıcı bulurdum. Fakat bir yandan da bu örnek cezaevinde Hayata Dönüş Operasyonlarında ele geçirilmiş yüzlerce kitap, binlerce mektup sergilendiğinden, merakla bu dokümanları okuduğumu hatta bazı kitapların ismini not alıp Ankara sahaflarında aradığımı hatırlıyorum. Ders esnasında sorduğum bazı sorulara tatmin edici cevaplar alamadığım için konuya hep ilgi duydum.

19-22 Aralık 2000 tarihinde aynı anda 20 ayrı hapishanede siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara yapılan operasyonlarda 28 tutuklu şahıs ve 2 asker hayatını kaybetmiş, askerler dahil yüzlerce hükümlü ve tutuklu yaralanmıştı.

O dönem iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Başbakan Bülent Ecevit, Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman, MİT müsteşarı Şenkal Atasagun, Ceza ve Tevfik Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’du.

Her ne kadar bu isimler icra makamında olsalar da operasyonlar Milli Güvenlik Kurulu’nun (tavsiye) kararları neticesinde yapıldı. Temel gerekçe hapishanelerin özellikle sol gruplar tarafından okul gibi kullanılmasıydı. Devlet cezaevine attığı sol siyasi çizgideki mahkumların ıslah olmasını veya pasif kalmalarını beklerken tam tersi oluyordu, o dönemin meşhur ifadesiyle: ‘Sempatizan olarak giren militan olarak çıkıyordu.’

Operasyon Öncesi Genel Durum

Siyasi mahkûm barındıran cezaevleri doğal olarak muhalefetin yuvasıdır. Bu nedenle sol tutuklu muhalifler de siyasi mücadelelerini cezaevlerinde sürdürme ve siyasi propaganda yapma yolunu benimsemişler, tutuklu bile olsalar, eylemleriyle tabanlarına örnek olma ve bir şekilde toplumu yönlendirmeyi amaç edinmişlerdi. 12 Eylül darbesinden sonra sol grupların, cezaevlerinde örgütlü hareket etme kültürünü en diri tutan yapılar olduğu tartışmasız bir gerçektir.

Türkiye’de insan hakları ihlallerinin tavan yaptığı, derin devlet olarak adlandırılan gizli mekanizmanın her alanda yargısız infazlar ve operasyonlar gerçekleştirdiği 1990’lı yıllara gelindiğinde cezaevleri eylemleri sadece hücre duvarları ile sınırlı kalmamış, içerisiyle ve dışarısı bir şekilde etkileşim içinde olmuştur.

Sol ideolojik fikirlere sahip tutuklu ve hükümlülerin beraber kaldıkları koğuşlarda bu şekilde örgütlü olarak hareket etmeleri ve dışarıya etki edecek şekilde faal olmaları sistemi rahatsız etmişti. Eylemler incelendiğinde, açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının ön plana çıktığı görülürken kendini yakma tarzında vahim eylemler de yaşanmıştır. Eylem nedenleri incelendiğinde diğer cezaevlerinde çıkan olayları protesto etmek, çıplak arama, işkence ve kötü muamele, uzak şehirlere tahliyeler, tabutluk adı verilen tecrit cezaları, küçük koğuşlarda haddinden fazla insan barındırma gibi hak ihlalleri ilk sırayı almaktadır. Misal 1999 yılında, 30-35 kişilik koğuşlarda 100-150 kişi kalmaktadır. Bu durum idareye iletilmiş ve boş koğuşların kullanıma açılması istenmiş ancak olumsuz yanıt verilmiştir. Bunun üzerine bir süre açlık grevi yapılmış, sonuç vermeyeceği anlaşılınca bir koğuştaki mahkûmlar yan koğuşun ara duvarını yıkarak boş olan o koğuşu da kullanmaya başlamışlardır.

Öte taraftan bu dönemde devletin cezaevlerinde hakimiyetini kısmen kaybettiği de görülmektedir. Çok gündem olmasa da 1990 sonrası çıkan isyanlara yapılan sert müdahaleler neticesinde onlarca mahkûm hayatını kaybetmiştir. Her olay sonrası isyanların yayılmasını önlemek için diğer cezaevlerinde alınan sert önlemler bir öfkenin birikmesine de neden olmuştur. Yıllardır ihmal edilmiş olan cezaevlerinin yetersiz fiziki şartlarının iyileştirilememesi, liyakatsiz ve eğitimsiz personel durumu ile firarların artışının, içeriye sokulan silah ve uyuşturucu gibi malzemelerin artışının doğrudan bağlantısı vardır.

Kamuoyunun Hazırlanması ve İcra Safhası

Dönemin yazılı ve görsel basını incelendiğinde cezaevlerinin kontrolden çıktığı haberlerinin operasyon öncesi tek merkezden yoğun şekilde verildiği görülmektedir. Yine bu kapsamda operasyondan 3 ay önce mafya grupları bazı cezaevlerinde büyük isyanlar başlatmıştır. Bu isyanların en meşhuru 2 Kasım 2000 tarihinde gerçekleşen Uşak Cezaevi isyanıdır. Karagümrük Çetesinin lideri Ergin kardeşlerin başlattığı isyanda birçok görevli rehin alınmış, Alaattin Çakıcı’nın adamı olmakla suçlanan 5 hükümlü, tabanca ile infaz edildikten sonra kameralar önünde pencerelerden atılmıştır. Ergin Kardeşlerin isyan sırasında hapishane penceresinden “Beni Tuğgeneral Veli Küçük’e sorun bu devlet bana Mustafa Duyar’ı vurdurttu’ ifadeleri daha sonraki yıllarda gündem olmuştu.

28 Şubat sonrası Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiği dönemde gerçekleşen Hayata Dönüş Operasyonları dönemsel olarak ulusalcı kadroların çok güçlü olduğu bir zamanda, Demokratik Sol Parti’li Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk himayesinde Jandarma Genel Komutanlığı yani TSK tarafından icra edildi. Operasyonu 28 Şubat Süreci’nde Erzurum’daki konuşmasıyla gündeme gelen Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Başkanı Tümgeneral Osman Özbek bizzat yönetti. Operasyona 10 bin jandarma personeli katılırken komando taburları operasyon yapılacak cezaevlerine gönderildi. Tutuklu ve hükümlüler fiziksel anlamda idarenin elinde olduğundan, operasyonun insan yaşamını tehlikeye düşürmeyecek şekilde planlanması ve icra edilmesi gerekirken onlarca kişinin ölmesi ve yüzlerce kişinin yaralanmasına neden oldu. Sonuçta, bu operasyonun iyi planlanmadığı, doğru bir şekilde uygulanmadığı ve orantılı güç kullanılmadığı uluslararası raporlara geçti.

Son olarak operasyondan hemen sonrası kamuoyunda “Rahşan Affı” olarak bilinen af kanunu ile cezaevlerindeki 70 bin kişilik tutuklu/hükümlü sayısı 40 bine kadar düşürüldü. Tabii insan sormadan edemiyor: Madem af kanunu çıkaracaktınız, o zaman af kanunu kapsamında olan birçok mahkûm neden hayatını kaybetti ya da sakat kaldı?

Aradan 21 yıl geçti hala operasyonlar esnasında yaşananların sağlıklı bir şekilde soruşturulması bekleniyor. Fakat Türkiye’nin hukuk ve insan hakları karnesinin Hayata Dönüş Operasyonunun yapıldığı dönemi dahi aratacak hale geldiği günümüzde bu beklentinin bir anlamının olduğunu düşünmüyorum. Şu an için bu tartışmalı operasyondan payımıza düşen yakın tarihimizin büyük kolektif travmalarından biri; ağır yaralananlar, hayatlarını kaybedenler ve tüyler ürpertici görüntüler.