“Usul”süz Komisyon

2. Bölüm: TBMM 15 Temmuz’u Araştırma Komisyonu’nun Çalışma Usulü Hakkında Genel Bir Değerlendirme

Hazırlayanlar: Av. Bayram Bayır – Av. Orhan Turan

Bir topluma ya da insanların ortak kaderine mal olmuş bir konuyu veya değeri anlamak ve onun salt gerçekliğini ortaya çıkarmak, diğer bir deyişle gölgesine değil de ağacın bizzat kendisine bakmak, herkesin ortak faydasınadır ve bu da işin “esas” tarafıdır.

“Usul esastan önce gelir!” düsturunca da o konuya yaklaşım yöntemleri, araştırma süreci, niyet ve ortaya konulan çabaya bakarak o işin “esas”ının, ilgilileri nezdindeki karşılığı bulunabilir. Kişilerin gerçeğe ulaşma sürecindeki bu tavırları ve yaklaşımları, aslında ne hissettiklerinden ve nasıl düşündüklerinden tutun da geçmiş korkuları ve gelecek endişe ve beklentilerine varıncaya dek, o konuya nasıl baktıklarını ve o konunun esasını, yani anatomisini bizlere gösterecektir.

Gelinen bu noktada, 15 Temmuz’un hemen sonrasında kurulan Araştırma Komisyonu’nun işleyişine, olaylara yaklaşımına, hareket tarzına ve ortaya konulan gayretin ve niyetin ne yönde olduğuna da bu gözle bakılması gerekir.

Bize işin esası hakkında da fikirler verecek olan Komisyonun çalışma usulü şeffaf bir nazarla incelendiğinde, “olması gereken prensibinden” çok farklı bir şekilde hareket edildiği görülecektir. 

Bilindiği üzere, Komisyon üyeleri, mecliste grubu bulunan milletvekillerinden müteşekkildir ve dolayısıyla araştırma konusu olayla ilgili doğrudan kamuoyu adına hareket etmektedirler. Bu sebeple, devlet kurumlarının yasada belirtilen istisnalar dışında komisyondan bilgi saklaması veya komisyonun davetlerine icabet etmemesi “milli irade” kavramına aykırıdır.

15 Temmuz Araştırma Komisyonu’nun çalışmaları esnasında, bilgi taleplerine karşın ilgili kişilerin ve devlet kurumlarının, komisyonla adeta köşe kapmaca oynadığı, komisyon divanının ise kimi hususlarda kendisine gelen bilgi ve belgeleri saklama konusunda olağanüstü bir çaba harcadığı görülmektedir.

Örneğin, komisyona gelen belgelerin önce AKP’li komisyon başkanı Reşat PETEK’in elinden geçmesi ve eğer uygun görülürse diğer komisyon üyeleriyle paylaşılmış olması dikkat çekmektedir. Halbuki bu belgelerin bütün üyeler tarafından okunup, değerlendirilip ortak bir kanaatle hareket edilmesi gerekiyordu. Bundan dolayı, bir oturumda CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu; “Bu Komisyon üyelerinin eşit yetkisi var, buraya gelen her şey de Meclis İç Tüzük’üne göre açık olduğu için yani şu belgeyi verin dediğimizde o belge komisyonda, ‘Başkandan izin alalım, veremeyiz.’ gibi şeylere gerek yok çünkü komisyona gelen her belge hepimizin.” diyor ve başka zamanlarda da muhalif üyeler buna benzer şikayetlerde bulunuyorlar.

Bu durumda, hemen herkesin aklına, acaba saklanması ve kamuoyuyla paylaşılmaması gereken evraklar mı vardı sorusu gelir. Ayrıca hangi evrakların komisyon başkanı Petek tarafından elenerek komisyon üyeleriyle ve dolayısıyla kamuoyuyla paylaşılmadığı da merak edilmesi gereken bir diğer konudur.

Öte yandan, 15 Temmuz’a müdahil olan bazı önemli şahsiyetlerin çağrıldıkları halde komisyona gelmemesi, MİT, Emniyet İstihbarat ve Jandarma İstihbarat gibi kuruluşların yargıya rapor gönderirken sergilenen tavrı komisyondan sakınmaları, muhalif üyelerin “Adil Öksüz’ün serbest kalması” olayında olduğu gibi bazı belgelere ulaşılması konusundaki ısrarlı tavırlarına iktidar partili başkan ve divan üyelerinin duyarsız kalması da sıralanacak onlarca örnekten sadece birkaçıdır.

Komisyonun işleyişinde şüphesiz ki, birçok farklı yaklaşımın etkili olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İktidar partisi ile komisyona katılan diğer partilerin olaya ve komisyon çalışmalarına bakışları ve katkıları elbette ki farklı olacaktır.

AKP’nin komisyona yaklaşımı açısından meseleye bakılacak olursa, şüphesiz ki en başta komisyonun başkanlık divanının teamüllere aykırı olarak tamamen kendi üyelerinden oluşturulmuş olduğunu bir kenara not etmek ve bu sebeple komisyonun tamamen iktidarın kontrolü altında işlediğini söylemek gerekecektir.

İktidar partili üyelerin 15 Temmuz’a yaklaşımları genel olarak 15 Temmuz’un aydınlatılmasından ve gerçeklerin ortaya konulmasından ziyade, Gülen Hareketi’nin tarihsel gelişimi ve mali boyutu;  15 Temmuz’dan sonra alınan ve alınması gereken tedbirler, olay günü görevi başında olanların peşin hükümle cezalandırılması ve Hareket üyelerinin statülerinin belirlenmesi, siyasilerin kendilerini aklayarak diğer partileri suçlamaları, özellikle AKP’nin bu olay üzerinden yeni mağduriyetler çıkarma çabaları üzerinedir.

Özellikle 15 Temmuz’un öngörülebilirliği ve önlenebilirliği hususu ile 15 Temmuz’un gelişim sürecinden itina ile kaçılması ve bu alanların sır olarak bırakılması bu komisyonun işlevsizliğinin en önemli göstergelerinden birisidir.

O dönem en çok tartışılan konulardan birisi de başta komisyon başkanının ve AKP’li diğer üyelerin geçmişte Gülen Hareketi ile olan ilişkileriydi. Geçmişteki faaliyetlerine ilişkin pozitif ya da negatif bir açıklamaları olmayan AKP’li üyelerin yönetiminde çalışmalarını sürdüren komisyonun, çalışmalarını ne derece sağlıklı yürütebilmiş olduğu da kamuoyunda tatmin edici bir cevap bulamayan sorulardan birisi olarak ortada bırakılmıştır.

Muhalefet partilerinin komisyon çalışmalarına yaklaşımı açısından da meseleye bakmak gerekir. Komisyonda yer alan muhalefet partilerinin üyelerinin genel olarak ilerleyen toplantılarda komisyona en çok katkı sunan, dinlenen kişilere doğru sorular soran ve en çok söz alan üyeler olduğu görülmektedir. Fakat her ne kadar muhalefetin komisyona çok büyük katkıları olmuş olsa da konuklara sorulan sorular, kullanılan terminoloji, değerlendirmeye alınması talep edilen bilgi ve belgeler incelendiğinde, yine de genel olarak iktidar ve ona yakın medyanın kamuoyunda çizdiği gündem sınırlarının dışına pek de çıkamadıkları görülmektedir.

Komisyon çalışmalarında şüphesiz ki en birincil bilgi kaynakları olan şahitler açısından da durum ayrıca değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. 15 Temmuz’a doğrudan veya dolaylı olarak müdahil olanların ve bizzat şahitlerinin komisyona gelmesi gerekirken onun yerine, çoğunluğu sipariş olarak çağrılan konuyla alakasız isimlerle komisyon çalışmaları iktidarın istediği gibi şekillendirilmeye çalışılmıştır.

15 Temmuz’u araştırmak amacıyla yola çıkan komisyon, darbe girişiminde önemli yer tutan isimler yerine, Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Ahmet Akgündüz, Metro Turizm sahibi Galip Öztürk, haber spikeri Hande Fırat veya psikiyatri profesörü Nevzat Tarhan gibi isimleri dinleyerek komisyonun çalışma vakti bir bakıma heba edilmiştir.

Diğer yandan, zaman zaman iktidar partisinin istemediği şekilde konuşan şahitler çıkmışsa da toplantının ani bir şekilde sonlandırılmasına veya kısa kesilmesine,  siyasi veya manipülatif sorularla konuğun yıldırılmasına uğraşılmış ve hoşa gitmeyen ifadeler CHP’nin yayınladığı şerh raporundan da anlaşılacağı üzere sonuç raporuna konulmamıştır.

Elbette, komisyon sonuç raporunun tamamı incelendiğinde ve oturum tutanaklarına bakıldığında, komisyonun çalışma şeklinin güncel ve konjonktürel ülke siyasetiyle paralellik arz ettiği rahatlıkla görülebilir. 

Sonuçta elimizde ne var?

Komisyon usulünü ve gündemi belirleyen bir iktidar, iktidarın dayattığı gündem dahilinde ve sınırında hareket eden bir muhalefet ve sonunda bir kalıpta oluşturulan araştırma! Ancak bütün bunlara rağmen yayınlanamayan bir rapor!