Pahalı

Sosyal medyada “Alamancılara” verilen tepkiler ne kadar da haklı ve doğru tespitler barındırıyor. Hele, “Türkiye çok ucuz bir memleket, 40 avroya bir depoyu dolduruyoruz, elinize gözünüze değsin” diyen Alamancı yok mu, gerçekten çok ayıp etmiş. Ülkede hayat inanılmaz pahalı. Siz bakmayın kimsenin bir şey yokmuş gibi davrandığına. Acayip bir kanıksama hali mevcut. Konuyu kabullenmeseler bile çaresizlik hali bu. Normal vatandaş arasında; hani eğitim, adalet, dış ilişkiler gibi kocaman konulara yeterince ilgisi olmayan, ama şimdiye kadar cebine giren ve çıkan, yakın veya uzak vadedeki kendi durumu ile ilgili olarak tahminlerde bulunabilecek insanların, ekonomi kaynaklı psikolojik çöküntü içerisinde olduğunu söylemek mümkün. Asgari ücretin ne kadar olduğu hiç önemli değil, ama bu ücretin alım gücü gerçekten de çok düşük. Eldeki mevcut para ile çarşı pazarda gözü ve mideyi doyuracak kadar alışveriş yapmak mümkün değil. Hani şu bilinen ucuzluk marketlerinde bile zamların katmerlisi mevcut. Fiyatı %50 artmamış ürün yok.

Et süt meyve ve sebze gibi temel gıda maddelerine mesafeli olmamızı gerektirecek kadar pahalı. Fiyatlarını tek tek yazmanın anlamı yok. Mevsim meyveleri hele, hiç ucuz değil. Yaz meyvelerinin ortalama kilogram fiyatı 10 lira, yani başka bir ülkede olsanız 10 birim meyve sebze! Domates 7-9 lira aralığında. Yazın böyleyse kışın ne olacak bu rakam. Garip, ama bu fiyatlara satılan meyve sebzelerin tadı yok, saman gibi. İyisi ihraç, kalanı yurt içi tüketim!

Gıda böyleyken, barınma akıllara zarar. Aldı başını gidiyor. Müteahhit bir hükümetin kira sonucu buysa vay halimize. Neredeyse %200 artış var bazı yerlerde. Bu duruma yalnızca ev sahiplerinin açgözlülüğü mü demek lazım? Bu sene üniversiteler açıldı kiralar ondan fırladı, demek ise komik. Öğrenciler tepki olsun diye sokakta yatıyor. Böylesi pahalı bir eğitimin başka nasıl sonuçları olacak, ayrı bir problem sahası. Belediyeler siyasi ya da başka kaygılarla yurt binası kiraladıklarını açıklıyorlar. Bu açıklamalar mı garip, yoksa 60 adet evi olan emlakçı dedenin öğrenciye 4 bin 500 liraya bir “kutu” kiralaması mı? Bir de öyle her öğrenciye evini kiralamadığını anlatıyor. İşin içinden çıkmak zor. 

Okullar açıldı, ne güzel. Öğrenciler okusun diye öğretmenin yaptığı 10 kitaplık listelerin fiyatı 350 lira. 10 adet kitap 350 lira, üstelik indirimli. Ya! Buna da yuh yiyesi geliyor insanın. Bu sadece okuyacağı kitap. Ondan önce kırtasiye var, forma var, okul servisi var. Var da var.

Evde ise işler daha da karışık. Bilimsel verilere göre bu kış soğuk geçecek. Doğalgaz fiyatlarının uluslararası piyasada yükseldiği hem de çok yükseldiği ayrı bir veri. Bu iki verinin yanına doğalgaza ve elektriğe yapılan %150’ye varan zamlarla ulaştığı son fiyatı ekleyince yine bir “vay halimize” demek geliyor insanın içinden. Bu kış gerçekten de soğuk geçecek, belli.

Türkiye’de hayat pahalı ve bu pahalılık daha da artacak gibi. Hayatın pahalı olmasının yanında alım gücü de çok düşük. Para değersiz. 100 lira ile marketten o günkü alışverişi yapmak zor. Bir file veya 25 kuruşluk poşeti 100 lira ile doldurmak imkânsız. Ortalama iki poşet 250-300 lira arasında doluyor. İnsanlar daha ucuz olsun diye “Gross” olarak adlandırılan yerlere veya ucuzluk marketlerine gidiyor, ama bu da yetmiyor. Bir gösterge olur mu? Ülkede her gün ortalama 6 milyon insan ucuzluk marketlerinden yararlanıyor. Bu marketlerden on binlerce var ama fiyatları ucuz falan da değil. Ya gramajdan, ya kaliteden ya da sağlıktan ödün vererek alışveriş yapıyorsunuz. Ve de maalesef giderek zorunluluk haline geldi ucuzluk marketleri.

 Süleyman Demirel’in, “boş tencere hükümet devirir” sözünü artık sık duyar olduk, ama şundan emin olmak lazım. Acaba bu hayat pahalılığının sonucu hükümetin devrilmesi mi? Bu kadar basit mi olacak? O da çok mümkün değil, Çünkü şu anda yönetimde olanlara bir hükümet diye bakılamayacak kadar organize suç örgütüne dönüşmüş durumdalar. Yani bu sefer boş tencerenin yıkacağı bir hükümet falan yok. Boş tencerenin savaşacağı bir suç örgütü var. Bunun ise ne kadar adil bir savaş olacağı, tartışılır.

Son günlerde yapılan açıklamalar bu tehlikenin farkında olduklarını işaret ediyor. Ama atılan somut bir adım olmayınca da, işin çığırından çıkmasını mı bekliyorlar veya başka bir planları mı var demek şeklinde bir paradoks da yaşıyor insana. “Porsiyonları küçültün, fiyatlar fahiş, dindar kişi cebine giren azalınca dinden çıkar, tanımazsınız” gibi açıklamalarla nasıl bir yol haritası çizdiklerini çıkartmak zor. Bu sorunu yani hayat pahalılığını, görmezden gelmeleri mümkün de değil. Kendi sabit seçmenleri de dâhil herkese dokunan bir yönü var bu durumun. Hiçbir fiyat geçen haftaya, geçen aya göre aynı yerde kalmıyor.

Türkiye’de hayat pahalılığı yılların öğrettiği bir çaresizlik. Artık alışkanlık oldu. İnsanlar hayatı hep pahalı satın aldı, hiç ucuz olduğunu da görmedi. Bu hükümetin ilk yıllarında sergilediği tablo ise “sanal”mış, Gerçekten uzakmış. Bunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Belki yarın daha iyi anlayacağız.

Bunca kötü bir ekonomik tabloya ve hayat pahalılığına rağmen muhalefetin sergilediği tavır ise bir o kadar anlamsız ve komik. Ekonomi çöktü çökecek. Seçimler, Cumhurbaşkanı adayları vesair konuların peşinden koşan bir muhalefet var. Maaşları herhalde yüksek, çarşı-pazarda fiyatların ne kadar olduğuna bakmaya gerek duymuyorlar galiba.

Hükümetin, artık devletleşen hükümetin pahalılığa veya ekonomiye müdahale edecek imkanı, gücü var mı elinde? Bu da zor bir soru. Geçen sene Merkez Bankasının ihtiyaç akçesini bile kullandığını göz önüne getirirsek, böyle bir imkânı çoktan kaybettiklerini söyleyebiliriz. Rakamlarla oynayarak yaptıkları anlamsız göz boyamalar, kaybolan rezervler veya eksiye düşen sermaye ve bunca kötü bir tabloya rağmen çok ama çok zengin olan, zenginleşen yeni bir zümre var.

Sonuçta Her ne yazarsak yazalım. Bu kalem, “Türkiye’de toplum ve devlet olarak hızla ekonomik bir çöküntüye doğru gidiyoruz” diye yazıyor. Nokta.