General

Geçtiğimiz Ağustos ayında gerçekleşen Yüksek Askeri Şura kararları ve terfileri ne medyada ne de kamuoyunda beklenen ilgiyi gördü. Çünkü artık herkes TSK’daki atama ve terfi sistemin aldığı yeni şekli ve işlerin nasıl yürüdüğünü biliyor. Aslında terfiler belirli çevrelerce konuşulmuyor değil, konuşuluyor. Ama sadece başka bir bakış açısıyla. O da ayrı bir yazı konusu.

PUGAT yazarları Ömer Dinç’in “Jandarma” ve Serhat Aksoy’un “Mahkeme-i Adalete Duhûl Edilen İlk Kapı ‘Jandarma’ (4) Bozuk Terazi” başlıklı yazıları bende farklı çağrışımlar oluşturdu. TSK’daki atama ve terfi sistemine siyasi müdahaleler ve siyasete bulaşmış bir silahlı kuvvetler tablosu, ülke tarihinde kapanması çok zor ve büyük yaraların oluşmasına sebep olabilir. Abartmadan söylüyorum; ordudaki siyasallaşma, TSK’nın çöküşüne neden olabilir.

Mevlana, Mesnevi’de “Toplumda barış, adalet ve huzur; ehliyet ve liyakat ile mümkündür” der.  Askeri uzman Tanya Biank’a göre ise ordu tam anlamıyla bir liyakat sistemi ile yönetilmelidir. Yani bir orduda liyakat ya vardır ya da yoktur. “Azıcık liyakat var, bazen liyakatsizlik oluyor” gibi yaklaşımlar ordunun kurumsal yapısı içinde kabul edilemez.

TSK’nın tayin ve atama sisteminde liyakat dışı uygulamaların varlığı artık herkesçe malum. Maalesef, terfiler meritokrasi terazisinde değil siyaset terazisinde ağır basana veriliyor. En kritik rütbe ise tabi ki generallik.

Bu yazıda generalliğin, halk dilindeki ifadesi ile “paşalığın” toplum algısındaki karşılığına dikkat çekmek için sizlerle iki hikâye paylaşmak istiyorum.

Hanımefendi

Emekli orgeneral önce eşini kaybeder sonra da sağlığını. Emekli olmasının üzerinden yıllar geçmiştir. Doksanına merdiven dayamıştır ve artık kendi ihtiyaçlarını göremez olmuştur. Çocukları mesleklerini ellerine almış memleketin farklı şehirlerine dağılmışlardır ve ona bakıcı bir kadın tutmaktan başka çareleri yoktur.

Buldukları Ayşe kadın, altmış yaşlarında hamarat bir Anadolu kadınıdır. Sağlığı yerindedir ve aldığı parayı kuruşuna kadar hak etmektedir. Generale çok iyi bakar. Ne başındaki yazma ne de ilkokul terk olması hiç sorun olmaz. İyi kötü büyüttüğü evlatlarından bir hayır yoktur Ayşe kadına. Ne arayanı vardır ne soranı. Kocası da yıllar önce ölüp gitmiştir. Evlere temizliğe giderek, yaşlılara bakarak hayatını kazanmaktadır.

Ayşe kadın, yemeğinden alışverişine yaşlı askerin hayatının bir parçası olmuştur. Zaman zaman da dert ortağı. Generalde askerlik hatırası biter mi? Ayşe kadın her gün kadrolu dinleyicisidir emekli generalin. Böylelikle aradan yıllar geçer. Emekli generalin durumu kötüleşir. Ölüm yakındır artık. Kırk yıllık gururla geçen askerlik hayatını, evlatlarını ve torunlarını düşünür. Pişman olduğu hiçbir şey yoktur. Gönlü ve vicdanı rahat gidecektir. Hem kendi hem de çocuklarının maddi durumu da yerindedir.

Bir gün Ayşe kadını yanına çağırır. “Benden bu kadar Ayşe Hanım” der. “Hakkını helâl et. O kadar emeğin geçti.” Ocakta yemeğini bırakıp gelen Ayşe kadın “O nasıl söz Ali amca, helâl ü hoş olsun” der. General, terk-i diyâr etmeden emektar bakıcısına bir iyilik yapmak istemektedir. “Benden bir isteğin, arzun var mıdır?”

Ne düzenli geliri, ne de bir birikimi olan Ayşe kadının bir isteği vardır. Allah korusun sağlığı bir bozulsa ortada kalacaktır. Zaten evlatlardan da hayır yok. Madem sordu, ne çıkardı küçük bir ricadan. Utana sıkıla anlatır durumunu. “Beni nüfusuna alsan olur mu? En azından bir emekli aylığım olur” der. Emekli general kafasını sallar ve tebessümle “Tamam” der. Ayşe kadın “Allah senden razı olsun. Allah gecinden versin, ama senden sonra artık benim de düzenli bir gelirim olacak,” der ve elini öper emekli generalin.

Emekli general hemen çocuklarını çağırır, anlatır durumu. “Ben gidiciyim artık. Hepinizin hali vakti yerinde. Bu kadını nüfusuma almaya karar verdim. Bari bu yaştan sonra rahat etsin kadıncağız,” der. Çocukları itiraz etmez. Evlenirler. General kısa süre sonra hayata gözlerini yumar. Ayşe kadın çok üzülür, dua eder. Paşanın çocuklarıyla helalleşir ve ayrılır evinden. Rahmetli, vefat etmeden önce, kurtarmıştır Ayşe kadını. Artık evlere temizliğe gitmesine gerek yoktur. Belki çocukları da ziyaretine geleceklerdir bundan sonra. Torunlarını da görecektir. Esasında rahmetlinin bıraktığı sadece bir emekli maaşıdır. Ama “orgeneral emeklisi maaşı.” Sadece maaş mı? Bundan sonra o bir orgeneral eşidir. Hanımefendidir yani.

Bunun farkına önce Ayşe kadın varacaktır. Sonra da hayırsız çocukları. Sonraki yıllar Ayşe kadının misafiri eksik olmayacaktır. Çocukları, torunları, köyden akrabaları, tanımadığı köylüleri. Artık İstanbul’da Ayşe kadın değil, Ayşe Hanım vardır. Paşa karısı.

Paşa ve Fedaisi

Bu hikâye de Osmanlı dönemine ait.

Sait Paşa, emrindeki fedai ile bir defa daha görüşür. Sıkılgan tavırlarla “Ne var yine?” diye sorar. Fedai; “Paşam beni biliyorlar, her an kapımı çalabilirler. Bir şey yapsan!”

“Korkma ben arkandayım. Sen sadece çenene sahip ol.” diye teskin eder paşa ve bir daha gelmemesi için uyarır.

Aradan birkaç gün geçer ve fedai yine görüşmek ister.

 “Paşam evime gelmişler, neyse ki dışardaydım paçayı zor kurtardım. Saklanmak için yardım et bana. 

“Korkma dedik ya, git bir şey olmaz, arkandayım ben. Sakın kimseye benden bahsetme”

Fedai sonunda tutuklanır, paşa hakkında hiçbir şey söylemez ve hakkında idam kararı verilir.

“Paşam asacaklar beni!”

“Ya olur mu öyle şey? Korkma dedik, ilgileneceğim ben.”

Aradan birkaç gün daha geçer ve fedaiyi darağacına götürürlerken paşayla karşılaşır. Sesi titreyerek der ki “Paşam bak götürüyorlar, hani kurtaracaktın beni.”

Paşanın cevabı son derstir “Bir kelle için paşalık feda edilir mi?”

*****

Ordunun hiç olmadığı kadar siyasi iktidarla ‘uygun adım’ kıvamında yürüdüğü böylesi bir ortamda; cüppeli-sarıklı amiralinden parti başkanını alkışlayan generaline, Ayasofya’da poz veren Jandarma Genel Komutanından uzman çavuş alımlarını siyasilerin gönderdiği listelere göre yapan yetkililere kadar içimizi acıtan birçok örnekle karşılaşmaktayız.

Askerler, “Paşanın emeklisi olmaz” derler. Bir asker, emekli olsa da ömür boyu “Komutan” ya da “Paşa” olarak anılır ve saygı görür. Kariyerinin zirvesine ulaşma hırsı, yakın çevresinde elde edeceği prestij, göreceği saygı ve tabi ki maddi kazanımlar maalesef bazı askerleri “yoldan çıkarabilmektedir”.

İkinci hikâyedeki paşanın sorusunu soran ne çok general varmış! Paşalık için neler feda edilmezmiş? Mesela; paşa olmak için ya da paşa kalmak için ülke savaşa sürüklenir mi? Şehit verilmesine göz yumulur mu? Siyasi çıkar uğruna, ordunun ateşe atılmasına sessiz kalınır mı?

Cemil Meriç’ten mülhem bir cümleyle konuyu özetleyelim: “Çıkarları konuşunca, bazı paşalar susar”(*)

(*) Cemil Meriç’in sözü: “Çıkar konuşunca, vicdan susar.”