Türkiye’nin Suriye Politikası

Sancılı Dönemin Kısa Bir Özeti

  • Sancılı Dönemin Kısa Özeti-1 | 2002 Öncesi

    Türkiye’nin Suriye Politikası

    Türkiye-Suriye ilişkileri tarihi geçmişi itibarıyla kökleri derinlerde olan ilişkiler arasında gösterilebilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti arasında tarihten gelen dini ve sosyo-kültürel bağlar, bölgedeki diğer komşu devletlere göre bu ilişkiyi daha farklı kılmaktadır.

    911 kilometrelik kara sınırı bulunan iki komşu ülkenin münasebetleri tarihsel süreçte genellikle dalgalı seyretse de akrabalık bağları sayesinde sadece bugünkü Suriyeli göçmenlere has olmayan sınır hareketliliği her daim süregelmiştir. Özellikle sınır bölgesindeki halkın akrabalık bağları üzerinden devam ettirdiği ilişkiler 2011 sonrası dönemde Suriyeli göçmenlerin gelişiyle farklı boyutlar kazanmıştır.

    Ancak tüm bu beşerî münasebetlere rağmen, Türkiye’ye göre Suriye teröre ev sahipliği yaptığı ve kendi toprakları (Hatay) üzerinde hak iddia ettiği için; Suriye’ye göre de Türkiye su kaynaklarını adil paylaşmadığı, toprak bütünlüğüne müdahalede bulunduğu ve batı ülkelerinin destekçisi olduğu için hasım devlet olarak konumlandırılmıştı.

    Hatay’ın 1939 yılında Türkiye topraklarına katılması ve II. Dünya Savaşı sonrası bloklara ayrılan dünyada Türkiye ve Suriye’nin çıkarlarını farklı bloklarda görmeleriyle birlikte Ortadoğu’da gelişen olaylar da bu iki ülkenin karşı karşıya gelmesine neden oldu.[i] Türkiye-Suriye ilişkilerinde bazen belirgin bazen de gizli ama sürekli var olan gerginlikler, Hafız Esad döneminde Suriye’nin PKK’nın eğitim kamplarına ev sahipliği yapması, akabinde Türkiye’nin Suriye hükümetinden bu kampları kapatmasını istemesi ve bu talebin Suriye tarafından reddedilmesi ile yeni bir kriz doğdu.[ii]

    Öcalan Krizi

    1998 yılında Suriye toprakları üzerinden Türkiye’ye yönelik PKK’nın terör eylemlerinin artırması sonrasında Milli Güvenlik Kurulu tarafından, Abdullah Öcalan’ın Suriye’de bulunmasına müsaade edilmesi halinde, bunun Türkiye açısından savaş sebebi (Casus belli) sayılmasına karar verilmiştir.

    Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş’in Hatay’da, Suriye sınırında basın önünde yaptığı konuşmada: “Suriye’ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır.” şeklindeki ifadeleri askeri bürokrasinin ciddiyetini göstermesi bakımından etkili oldu. Bu açıklamanın üzerinden henüz bir ay geçmemişken 09 Ekim 1998’de Abdullah Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı.

    Adana Mutabakatı

    Türkiye’nin Suriye’ye belli ambargolar uyguladığı bu sancılı süreçte, 20 Ekim 1998’de iki ülke arasında imzalanan ve terörle mücadelede iş birliğini öngören Adana Mutabakatı ile askerî bir çatışmanın eşiğinden dönüldü.

    1998 yılındaki Öcalan Krizi sonrası imzalanan Adana Protokolü ile düzelmeye başlayan ilişkiler 2000 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmasıyla daha da iyileşmiştir.[iii]


    Adana Mutabakatı neleri içeriyor?

    1- Suriye, mütekabiliyet ilkesi uyarınca, kendi topraklarından doğan ve Türkiye’nin güvenliği ile istikrarını tehlikeye atan hiçbir faaliyete izin vermeyecek. Suriye, PKK’nın topraklarında silah arzı, lojistik malzeme, finansal destek ve propaganda aktivitelerine müsaade etmeyecek.

    2- Suriye, PKK’yı terör örgütü olarak tanıdı. Suriye, diğer terör örgütlerinin yanı sıra PKK’nın ve uzantılarının tüm faaliyetlerini yasakladı.

    3- Suriye, PKK’nın topraklarında kamplar ve eğitim ya da himaye amaçlı tesisler kurmasına, ticari faaliyetler yapmasına izin vermeyecek.

    4- Suriye, PKK üyelerinin, ülkesini üçüncü ülkelere geçiş için kullanmasına izin vermeyecek.

    5- Suriye, PKK elebaşının Suriye topraklarına girmesine engel olmak için her türlü tedbiri alacak ve sınır noktalarındaki tüm yetkililere bu yönde direktif verecek.


    Şam Baharı

    Temmuz 2000’de iktidara gelen Beşar Esad, ilk yıllarında Batılıların “Şam Baharı” olarak adlandırdıkları siyasi, ekonomik ve toplumsal bir liberal açılım programı başlatmıştı. Bu durum Beşar Esad’ın Türkiye ilişkilerinde daha olumlu bir politika izlemesine neden olmuş; her iki ülke de çatışmaya yol açacak sorunları vurgulamak yerine iş birliğini geliştirmenin yollarını aramışlardır.[iv]

    Suriye-Türkiye arasında karşılıklı üst düzey ziyaretlerdeki artışlar iki ülkenin ilişkilerini geliştirme yönündeki siyasi iradeyi göstermiştir. Suriye İçişleri Bakanı Harba’nın 26 Eylül 2000’de ve Suriye Devlet Başkanı’nın Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaretlerle iki ülke arasındaki sağlıklı bir diyalog ortamı oluşmuştur. Başta güvenlik olmak üzere birçok alanda ikili anlaşmalar imzalanarak ilişkiler derinleştirilmiştir. Güvenlik, su ve ekonomi alanlarındaki ilişkilerde ilerleme kaydedilmeye başlanmıştır.[v]

    İlişkilerde Normalleşme

    Siyasi figürlerin karşılıklı ziyaretleri ile yumuşatılan zemin, ilerleyen dönemlerde askeri alana da yayıldı. 2001’de iki kez Türkiye’ye resmi ziyaret düzenleyen Suriye askeri delegasyonu, bölgede stratejik bir değişimin ilk adımını atmıştı. Türkiye ise daha önceki dönemde İsrail ağırlıklı bölgesel politikaları biraz olsun dengeye sokmaya başladığı izlenimi vermek ve iki taraf arasındaki güven inşasında etkisi olacağını dikkate alarak, ileriki yıllarda ortak askeri tatbikatların da gündeme gelebileceğini açıkladı. Böylece Öcalan’ın Suriye’den kovulmasının ardından geçen süre içinde Suriye-Türkiye ilişkileri hemen her alanda normale dönmeye başlamıştı.[vi]

    (Devam edecek)


    [i] Duran, Hasan, ‘Adana Protokolü Sonrası Türkiye-Suriye İlişkileri’, Ortadoğu Yıllığı 2011, s.508 

    [ii]Serdar, İskender, Sosyal Araştırmalar ve Davranış Bilimleri Dergisi, dergipark.org.tr, s. 12 (E.T: 10.09.2022)

    [iii] Salık, Nuri, ‘Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikasında Pragmatizm ve Türkiye-Suriye İlişkilerinin Geleceği’ Ortadoğu Analiz/Kasım 2011, Cilt 2- Sayı 35

    [iv] Arı, Tayyar, ‘Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi’, (2008) s. 638.

    [v]Karabulut, Umut – ERZILMAZ,Engin, ‘PKK Terör Örgütü ve Türkiye-Suriye İlişkilerine Etkileri’ (1991-2003). s.35

    [vi]Duran, Hasan, a.g.e. s.510

  • Sancılı Dönemin Kısa Özeti-2 | 2002-2011 Arası

    Türkiye’nin Suriye Politikası

    1998’deki Adana Antlaşması ile düzelmeye başlayan ilişkiler, 2002 yılında iktidara gelen ve Siyasal İslamcı bir kimliğe sahip olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile birlikte yeni bir döneme girmiştir. AKP hükümetinin ilk zamanlarında Suriye ile münasebetler iyileştirilmiş, hatta ortak Bakanlar Kurulu yapılacak hale kadar gelmiştir. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Beşar Esad’a “kardeşim” diye hitap etmiş ve iki ülke arasındaki sınırların kaldırılması bile gündeme gelmiştir.[i]

    Türkiye, 2000’li yılların başında izlemeye başladığı “komşularla sıfır sorun” politikası çerçevesinde, geçmişten süregelen Batı ülkelerine yakın ve Doğu ülkelerine mesafeli olan yaklaşımı terk etmeye başlamış, Doğu ülkeleriyle de Batı ülkeleriyle olduğu kadar sıkı ilişkiler kurmaya çalışmıştır.

    1 Mart Tezkeresi

    2. Körfez Harekâtında, ABD’nin Irak’ı işgaline destek vermeyi öngören 1 Mart tezkeresi TBMM’de reddedilmişti. Türkiye’nin ABD liderliğindeki koalisyona dahil olmayacağını belirtmesi Suriye ve İran’ı mutlu etmişti.

    Özellikle Suriye’nin Irak gibi benzer nitelikler taşıyan etnik ve mezhepsel yapısı, söz konusu işgalin sonuçları bakımından Esad’ın endişelerini arttırıyordu. Zira Esad, Irak’tan sonra sıranın Suriye’ye geleceğini mukadder görmekteydi. Bu anlamda Türkiye’nin ABD’ye karşı tutumu başta Suriye olmak üzere Irak’a komşu ülkeleri rahatlatmış, Suriye ilişkilerinde görece somut gelişmelerin kapısını aralamıştır.

    Kamışlı Olayları

    ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte, Türkiye ve Suriye için Kürt sorunu yeni bir sürece evrilmiştir. Her ne kadar Suriye, Adana Mutabakatına göre PKK’ya olan desteğini çekmişse de Suriye’deki Kürt halkı ile sorun oluşturabileceği endişesiyle terör örgütüne karşı açıktan bir mücadele başlatmamıştı. Ama Mart 2004’te Suriye-Kamışlı’da bir futbol maçı sonrasında meydana gelen ve Esad rejimi karşıtı bir havaya bürünen çatışmalar Suriye’nin kendi Kürt meselesi ve Irak kuzeyindeki Kürt siyasal hareketindeki gelişmelere hassasiyetini artırmıştır.[ii]

    Kamışlı’daki olaylar sonrasında Suriye yönetiminin, PKK’ya karşı tavrında bariz değişimler gözlenmiştir. Suriye, terör örgütünün uzantılarıyla mücadelede daha somut ve sert adımlar atmaya başlamıştır. Bu kapsamda, Suriye:

    • 2003-2007 arasında toplam 73 PKK terör örgütü mensubunu Türkiye’ye teslim etmiş,
    • Temmuz 2005’te PKK’nın Bingöl’de gerçekleştirdiği bir eylemi ilk defa resmen kınamış,
    • Ekim 2007’de ABD’nin itirazına rağmen Türkiye, Irak kuzeyine bir sınır ötesi operasyonu gündemine aldığında, (Beşar Esad) böyle bir askeri tedbirin arkasında olacaklarını açıklayarak, Türkiye’nin kuzey Irak’a yönelik bir operasyonunu ilk defa desteklemiştir.[iii]

    57 Yıl Sonra İlk Ziyaret

    Suriye-Türkiye ilişkileri, 06 Ocak 2004’te Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türkiye’ye yapmış olduğu resmi ziyaretle bir üst seviyeye çıkmıştır. Suriye-Türkiye ilişkilerinin dönüm noktası her ne kadar Adana Mutabakatı olarak görülse de 57 yıl sonra Türkiye’yi ziyaret eden ilk Suriye Devlet Başkanı olarak Esad’ın Türkiye ziyareti de önemli bir köşe taşıdır.[iv] Bu ziyareti aynı yıl dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Ahmet Necdet Sezer’in Nisan 2005’te yaptıkları Şam ziyaretleri izlemiştir.

    Karşılıklı olarak iki tarafın da birbirinden beklentileri olduğu bu süreçte, AKP tarafından Suriye, Arap dünyasının dev pazarı için bir köprü, AB adayı Türkiye ise devletçi ekonomiden liberal ekonomiye geçmek isteyen Beşar Esad tarafından büyük bir pazar olarak görülmüştür. Öyle ki, Suriye’nin Arap Ekonomik İş Birliği Konseyi üyesi olması nedeniyle faydalandığı gümrük muafiyetleri AKP’nin iştahını kabartmış, bu nedenle bazı firmalar Suriye’de fabrika açarak, imalat yapmaları yönünde teşvik edilmiştir.

    Esad’dan Sınır Ötesi Operasyona Tam Destek

    Beşar Esad, 2007 yılında bir kez daha bu sefer dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün resmi davetlisi olarak Türkiye’yi ziyaret etti. Esad, görüşmelerde, Türkiye’nin terörle mücadele için gerçekleştirmeyi düşündüğü sınır ötesi operasyona tam destek verdiğini açıklamakla birlikte Irak’ın toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin korunması gerektiği ve bunun önemini ifade ediyordu.

    Aslında Esad’ın Irak kaygısı, gelecekte Suriye’nin içine düşeceği durumu ne derece öngördüğünü göstermesi açısından da bir işaretti. Bu ziyaret esnasında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye’nin İsrail’e karşı Golan Tepeleri konusundaki tezlerini destekledikleri yönündeki açıklaması Esad için önemliydi. Ancak Erdoğan ileride bu desteği kendisine Batı ve ABD nezdinde prim koparmak şeklinde kullanacak ve hiçbir sonuç elde edemeyecekti.

    İsrail – Suriye Arasında Arabulucu Türkiye

    Bu dönemde, Türkiye’nin Suriye ile diplomatik ilişkilerinde de gözle görülür hareketlenmeler başlamıştır. 1967’de İsrail’in Golan Tepelerini işgali konusundaki anlaşmazlığın çözülmesi için 2000 yılında ABD’nin arabuluculuğunda başlayan Suriye ile İsrail arasındaki barış görüşmeleri, İsrail’in yeni saldırıları nedeniyle kesintiye uğramıştır. Ancak 21 Mayıs 2008’de dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “uzun süredir devam eden yoğun çabaları” ve telefon diplomasisi çerçevesinde İsrail-Suriye arasındaki barış görüşmelerinin tekrar başladığı açıklanmıştır. Ne var ki, İsrail’in Gazze’de operasyon başlatması, Suriye’nin durumu protesto etmesine ve görüşmelerden çekilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’nin arabuluculuğu da sonlanmıştır.[v]

    Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılım politikasında 2003-2009 yılları arasında Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’a dış politika danışmanlığı yapan ve 2009’da Dışişleri Bakanı olarak atanan Ahmet Davutoğlu’nun etkisi büyüktür. Davutoğlu, Suriye açısından Türkiye’nin kuzeye ve batıya, Suriye’nin de Türkiye’nin güneye (Ortadoğu) açılan kapısı olduğundan bahisle, ortak su havzaları gibi çatışma alanı olarak görülen hususların tam tersine tarım, ticaret ve ulaşım gibi alanlarda olağanüstü bir potansiyele sahip olduğunu ifade etmiştir.[vi]

    Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi

    Bu kapsamda, Türkiye köklü toplumsal, tarihi ve kültürel bağlara sahip olduğu Suriye ile ilişkilerini, her bakımdan geliştirmeye başlamıştır. Bölgenin barış, güvenlik ve istikrarı ile sürdürülebilir ekonomik kalkınma sürecine katkıda bulunmak amacıyla 16 Eylül 2009’da kurulan Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi ve Ekim 2009’da vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması, bu yönde atılmış somut adımlardır.

    Beşar Esad’ın Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaretler, ABD ve İsrail politikalarına karşı verilen tok sesli destek mesajları, Erdoğan’ın Esad’a “kardeşim” diye hitap etmesi, beraber ailecek verilen “dostane” pozlar, yukarıda belirtildiği gibi ikili temaslar ve iş birliği anlaşmaları tam bir “bahar havasının” yaşandığını düşündürmeye başlamıştı ki, 2010’da “Arap Baharı”nın gelmesiyle söz konusu ilişkiler ve söylemler bambaşka bir hal aldı.

    (Devam edecek)


    [i]İskender Serdar, a.g.e. s.13

    [ii]Oran, Baskın, ‘Türk Dış Politikası – Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar’, (Cilt III 2001-2012),

    s. 414.

    [iii]Oran,  Baskın, a.g.e. s.415

    [iv]Atlıoğlu, Yasin, ‘Türkiye’nin Orta Doğu Politikasında Suriye’, Stratejik Öngörü Dergisi TASAM Stratejik Araştırmalar Dergisi, TASAM Yayınları, Yıl 2, Sayı 6, 2005, s. 140.

    [v] Yeşilyurt, Nuri, (2013), “Ortadoğu’yla İlişkiler” (ed. Baskın Oran), Türk Dış Politikası Cilt III 2001-2012, İstanbul: İletişim Yayınları. s.419

    [vi] Davutoğlu, Ahmet- Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, s.402

  • Sancılı Dönemin Kısa Özeti-3 | 2011-2022 Arası

    Türkiye’nin Suriye Politikası

    AKP’nin Ortadoğu coğrafyasına yönelik dış politikası ve bu temelde Türkiye-Suriye ilişkileri, 2011 öncesi ve sonrası dönem olarak iki şekilde ele alınabilir. AKP, iktidarının ilk yıllarında Batı’ya karşı muhafazakâr, demokrat, insan haklarına saygı gösteren, 1993 Kopenhag Kriterleri çerçevesinde AB’nin değerlerini reddetmeyen bir profil çiziyordu. Ancak diğer taraftan da Müslüman kimliğini öne çıkararak, Müslüman ülkeler ile dindaşlık paydasında bir ilişki modeli geliştirmeye çalıştı. Ancak bu modelin ne kadar başarısız olduğu sonraki süreçte başta Suriye olmak üzere bahse konu Arap ülkelerinin birer birer ilişkilerini koparması ile kendisini belli etti.

    Türkiye Antipatisi

    AKP’nin özellikle iç kamuoyuna yönelik yürüttüğü Osmanlı mirasçısı pozları Arap toplumlarında da nispeten alıcı buldu. Ancak bu durum, Arap devletlerinin liderlerince pek rağbet görmedi. AKP rejiminin iki veya daha fazla boyutlu çelişkili ilişkiler manzumesi, şahsi menfaatler üzerine kurulu ilkesiz duruşu, içi boş hamasi söylemleri Türkiye’ye karşı duyulan antipatiyi pekiştirdi.

    2010 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ tıpkı diğer otokratik Arap rejimlerinde olduğu gibi etkisini Suriye’de de gösterdi. 26 Ocak 2011 tarihinde iktidar karşıtı gösteriler düzenlenmeye başladı. 15 Mart günü ise gösteriler ülke çapına yayıldı ve Esad’ı tehdit eder duruma geldi. Batı ülkelerinin de desteğiyle örgütlü bir koalisyon halini alan Suriyeli muhalifler ile Esad rejimi arasındaki çatışmaların şiddeti hızla arttı. Halkın reform talepleriyle başlayan ayaklanmalar, hükümetin güç kullanarak bastırmayı tercih etmesinden dolayı sivil direnişe doğru evrildi.

    Suriye’deki gelişmelerle ilgili Türkiye tarafından ilk açıklama Dışişleri Bakanlığı tarafından 25 Mart 2011 tarihinde yapıldı. Bu açıklamada, yaşananların kaygı verici olduğu, ancak Esad yönetiminin reform konusunda attığı adımları ve verdiği sözleri destekledikleri, bu süreçte reform konusunda gerekli yardımların yapılacağı ifade edildi.

    Fidan ve Davutoğlu Suriye’de

    AKP rejimi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan gibi isimleri göndererek reform sürecinde Türkiye’nin Suriye’ye yardımcı olabileceği mesajını Suriye yönetimine iletti. Başlarda Suriye’deki şiddet olayları Batı ve ABD tarafından tepkiyle karşılanırken AKP rejimi aksine daha temkinli bir siyaset izledi. Bu siyaset tarzında Erdoğan’ın Suriye ile akçeli ilişkilerinin de etkili olduğunu düşünmemek elde değil. Zira Suriye’de protestoların başladığı günlerde (6 Şubat 2011) Erdoğan, Suriye ile ortak yapılması gündemde olan Asi ‘Dostluk Barajı’nın temelini atıyordu. Aynı gün ‘Esad kardeş’inin yanına Halep’e giderek, Mısır ve Tunus’ta yaşananlardan ders çıkarması ve reform hareketlerine hız vermesi gerektiğini belirtti.

    Erdoğan: “Beşar benim yakın arkadaşım”

    Mayıs itibarıyla Erdoğan, Amerikan Charlie Rose Show’a verdiği röportajda, “Beşar benim yakın arkadaşım. Gerekli adımları atmakta gecikti ama çekilme çağrısı yapmak için henüz erken” diyordu. Çünkü bu tarihlerde Erdoğan, ‘Medeniyetler İttifakı’nda Türkiye’nin ağırlığının her geçen gün arttığını, buna başlangıçta sıcak bakılmadığını ama ABD’nin de bunu desteklediğini ifade ederek, Türkiye’nin uluslararası diplomasideki ağırlığı ile gündem belirleyen bir ülke konumuna geldiği mesajını veriyordu. Öyle ki yaptığı açıklamada, Suriye’nin “dış politika olmadığını”, Türkiye’nin iç politikası olarak gördüklerini belirtiyordu.

    Ancak Esad hükûmetinin, muhaliflere karşı düzenlediği Haziran 2011 Cizr el-Şuğur operasyonundan kaçan 3.000 Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Bu olay sonrasında Erdoğan “Suriye’nin yaptığı kabul edilemez, bu bir vahşettir.” demecini verdi ve ikinci bir Hama Katliamı yaşanmaması konusunda Suriye’yi uyardı. Bu dönemde Suriye tarafından ilk tepki Dışişleri Bakanı Velid Muallim’den geldi. Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin geri dönmesi konusunda Türkiye’nin yardımını ve pozisyonunu gözden geçirmesini istiyordu. Aynı toplantıda Muallim, kimseden ders almadıklarını, reformlar gerçekleştiği zaman başkalarına demokrasi konusunda ders vereceklerini de belirtti.

    Karşılıklı eleştirilerin başlamasıyla, iki ülke arasında yeni bir gerilim süreci başlamış oldu. Sınır bölgesinin Suriye tarafında yaşanan çatışmalar ve sonrasındaki sığınmacı hareketliliği, Türkiye’nin sınırdaki askeri varlığını gözden geçirmesine neden oldu.

    “Suriye İçin İstanbul” Toplantısı

    Temmuz ayında Suriyeli muhalifler, İstanbul’da bir araya gelerek “Suriye için İstanbul” toplantısını gerçekleştirdiler ve 25 üyeli Ulusal Kurtuluş Konseyi’ni seçtiler. Türkiye bir taraftan reform konusunda Esad yönetimine çağrıda bulunmaya devam ederken, Suriye muhalefetiyle resmen iletişime geçmese de muhalefetin Türkiye’de örgütlenmesine müsaade etti.

    Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 8 Ağustos’ta Türk tarafının istek ve taleplerini Esad yönetimine iletmek için Suriye’ye gitti. Görüşmede, demokratikleşme ve reformların hayata geçirilmesi konusunda geç kalınmaması mesajını ileten Davutoğlu, Esad’ın zamanının sınırlı olduğunu da ifade ediyordu.

    Davutoğlu’nun bu ziyaretinden pek hoşnut olmayan Suriye yönetimi ile iki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye’ninSuriyeli muhaliflerin örgütlenmesinde daha fazla rol oynamaya başlaması ve 16 Eylül2011’de İstanbul’da Suriye Ulusal Kurtuluş Meclisinin ilan edilmesiyle koptu. Erdoğan, Obama ile görüşmesinden sonra Suriye ile bağlarını kestiğini ve yaptırımlar için çalışma başlatacaklarını açıkladı.

    Türkiye, Suriye Muhalefetine Ev Sahibi

    Bundan sonra Türk tarafı, Suriye’de rejim ve yapı değişikliğinin gerektiğini, Esad’a çekilmesi yönünde çağrıda bulunarak, aksi halde yıkılıp gideceğini dile getiriyordu. Türkiye, Suriye yönetimine karşı eleştiri dozunu iyice arttırarak sert ithamlarda bulundu. Davutoğlu’nun Suriyeli muhaliflerle doğrudan görüşmesi ve Suriye Ulusal Konseyi (SUK)’nin İstanbul’da resmi ofis açmasıyla birlikte Türkiye ile Suriye muhalefeti arasındaki ilişkiler resmiyet kazandı.

    Bir tarafta Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere desteği konuşulurken, diğer yanda Türkiye’ye sığınan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun kurucularından Albay Hüseyin Harmuş’un MİT aracılığıyla Suriye’ye teslim edildiği, daha sonra Harmuş’un işkenceyle öldürüldüğü ortaya çıktı. Ancak Türk Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada bu durumu yalanladı.

    Suriye yönetimi, Arap Birliği ile siyasi diyalog süreci başlatma ve şiddete son verme yönünde yaptığı anlaşmaya göre tank ve askerlerini şehirlerden çekeceği sözünü vermiş, siyasi mahkumların salıverileceğini, gazetecilere serbestlik sağlanacağını vaat etmişti. Ancak bu sözlerin hilafına katliamlara devam etti. Bunun üzerine Arap Birliği, 12 Kasım 2011’de Suriye güvenlik güçlerinin muhalif göstericilere karşı şiddet kullanmaktan vazgeçmediği gerekçesiyle, Suriye’ye yönelik bir dizi siyasi-iktisadi yaptırım kararı aldı. Türkiye, resmi bir açıklama ile bu kararı desteğini gösterdi. Bu açıklama sonrasında, Suriye’de Esad rejimi yanlıları, içinde Türkiye’nin de bulunduğu yabancı diplomatik misyonlara saldırılarda bulundu.

    Türkiye’den Suriye’ye 9 Maddelik Yaptırım Paketi

    Arap Birliği’nin Suriye’ye karşı yaptırım kararından sonra, Davutoğlu, Ankara’da düzenlediği basın toplantısı ile Suriye’ye uygulanacak yaptırımları açıkladı. 9 maddelik yaptırım paketinde, Türkiye toprakları, hava sahası ve kara suları kullanılmak suretiyle üçüncü ülkelerden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin yapılmasının uluslararası hukuka uygun olarak engellenmesi maddesi dikkat çekiciydi. Zira, 27 Mart 2014 tarihinde basına sızdırılanbir ses kaydında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay II. Başkanı Org. Yaşar Güler ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında Süleyman Şah Türbesine yönelik bir saldırı karşısında yapılması gerekenlerin görüşüldüğü toplantıda, Fidan “Oralara 2 bine yakın TIR gönderdik” diyordu. AKP rejiminin kendi koyduğu kuralları dahi hiçe sayması diplomasideki tutarsızlığını bir kez daha ortaya çıkaracaktı.

    2012 yılına gelindiğinde, Türkiye ekonomik ve diplomatik yaptırım kararları sonrasında Suriye’ye karşı en önemli stratejisi olarak uluslararası baskıyı arttırma yolunu tercih etti. Suriye’de her geçen gün dozajı artan katliamlar konusunda Türkiye, BM’nin daha aktif rol alması gerektiğini ifade ederken, Suriye rejimine destek veren Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerle ilişkilerde sorunlar baş gösterdi. Rusya ve Çin’in vetosu sonucu BMGK’dan Suriye aleyhine bir karar çıkmaması Türkiye’de hayal kırıklığı yarattı.

    SUK Başkanı Burhan Galyun, Paris’te düzenlediği basın toplantısında, ülkedeki muhaliflere yabancı ülkelerden silah sağlanması için askeri temsilcilik kurulacağını ve merkezin büyük ihtimalle Türkiye’de olacağını ifade etti. Akabinde Rusya ve İran, Suriye’deki muhaliflerin Türkiye tarafından silahlandırıldığını iddia etmeye başladı.

    İran: Suriye’nin Düşmanları Toplantısı

    Mart 2012’de İstanbul’daki Suriye Halkının Dostları Grubu toplantısında Suriye rejiminin meşruiyetini kaybettiği açıklanırken, SUK tüm Suriyelilerin temsilcisi ve muhatabıdır kararı çıktı. Bu toplantı öncesinde, Türk Dışişleri Bakanlığı Suriye muhalefetine desteğini belirtti. İran Meclisi Başkanı Ali Laricani’nin bu toplantıyı Suriye’nin düşmanları toplantısı olarak tanımlaması ve Türkiye’ye emperyalizmin taşeronu demesi ile İran’la da küçük çaplı bir kriz yaşadı.

    25 Mayıs 2012’te Esad güçleri tarafından gerçekleştirilen, 108 kişinin öldüğü, 300 kişinin yaralandığı Hule Katliamı sonrasında ise Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nca yapılan açıklamada, “Alçakça” olarak nitelenen bu operasyon nedeniyle Türkiye, Suriye’ye nota vererek tüm diplomatik ilişkilerin askıya aldığını ve Suriyeli diplomatların sınır dışı edileceğini duyurdu.

    Türk F-4 Savaş Uçağı Suriye Tarafından Düşürüldü

    Karşılıklı diplomatik salvoların yapıldığı bu dönemde, 22 Haziran 2012’de silahsız Türk F-4 savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi iki ülke arasında yeni bir kriz başlattı. Suriye, uçağın Türkiye’ye ait olduğunu fark etmedikleri ve sadece hava sahalarını ihlal eden “kimliği belirsiz” bir uçağa karşı meşru egemenlik haklarını kullandıklarını ifade etti. Türkiye ise uçağın kısa süreliğine Suriye hava sahasına girmiş olduğunu kabul etmekle beraber uluslararası hava sahasında vurulduğunu savundu. Erdoğan, Suriye’yi haydut devlet olarak tanımlayarak, Suriye’ye karşı olan algılarının değiştiğini ve Esad rejiminin artık Türkiye için bir tehdit haline geldiğini belirtti. Bu olay sonrasında Türkiye angajman kurallarını yeniledi, Suriye tarafından sınıra yaklaşan her askerî unsurun tehdit ve hedef olarak değerlendirileceğini açıkladı. Türkiye’nin NATO’dan 4. Madde uyarınca (Üye ülkelerin güvenliklerinin tehdit altında olduğu durumlarda) toplantı talep etti ve uluslararası askeri destek arayışına girdi.

    2 pilotun şehit olmasına neden olan bu olayla ilgili olarak, Mart 2014’te basına sızdırılan Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan bir toplantıya ait ses kaydında, Fidan’ın “karşıya dört adam gönderir, 8 füze attırırım” demesinin bir bağlantısı var mıdır?

    AKP rejiminin Suriye’ye girme yönündeki ısrarlı çabalarının bir neticesi olarak bir ‘casus belli’ çıkarma denemesi miydi? Belki bir gün bu sorular da cevaplarını bulur.

    (Devam edecek)

  • Sancılı Dönemin Kısa Özeti-4 | Tırmanan Gerilim Dönemi

    Türkiye’nin Suriye Politikası

    Ağustos 2012’de BBC tarafından yayınlanan, bir ÖSO mensubunun açıklamalarına dayandırılan haberde, Suriyeli muhaliflerin Adana’da eğitilerek Suriye’ye gönderildiği iddia edildi. Independent muhabiri Robert Fisk ise Halep’te Esad güçlerine karşı çarpışan muhaliflerin arasında Türk militanların da yer aldığı haberini yaptı. Suriye ise Kofi Annan Barış Planı’nın sekteye uğramasında Türkiye’nin ihlallerinin etkili olduğunu belirterek, Türkiye’yi ülkeye yasa dışı yollardan giren silahlı oluşumları desteklemekle suçladı.

    2 Top Mermisi 5 Ölü

    Türkiye’nin bu dönemde uyguladığı bir başka strateji ise muhaliflerin desteklenmesinin yanı sıra askeri araçların devreye girmesi oldu. 03 Ekim 2012’de Suriye’nin Tel Abyad ilçesinden atılan iki adet top mermisi sınırdaki Şanlıurfa/Akçakale ilçesine düşerek, 5 kişinin ölmesine ve 10 kişinin yaralanmasına neden oldu. Türkiye “meşru müdafaa” hakkını kullanarak aynı gün içinde Tel Abyad’a T-155 Fırtına obüsleri ile karşılık verdi.

    Türkiye sınırdaki bu hareketlenmeler üzerine, Aralık 2012’de, Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirilmesi için NATO’ya başvurdu. Türkiye’nin bu talebi, sadece savunma amacıyla kullanılacağı garantisi ile kabul edildi. 26 Ocak 2013’te ABD, Almanya ve Hollanda’nın gönderdiği ilk parti füzeler Adana, Kahramanmaraş ve Gaziantep’e konuşlandırılmaya başlandı. Türkiye bu adımlarla NATO kartını Suriye’ye karşı bir koz olarak kullanarak, NATO’nun bu krizde kendi yanında olmasını bekliyordu.

    Cilvegözü / Bomba Yüklü Araç: 14 Ölü, 30 Yaralı

    Bu dönem sınır bölgesinde bomba yüklü araçlarla düzenlenen eylemler dikkat çekmeye başladı. Bunlardan ilki; 11 Şubat 2013’teki ÖSO kontrolündeki Cilvegözü Sınır Kapısı’nda gerçekleştirildi. Saldırıda dördü Türk vatandaşı olmak üzere on dört kişi öldü, otuz kişi yaralandı. Olay sonrasında dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler zanlıların Suriye istihbaratı ve ordusu ile bağlantılarının olduğunu iddia etti.

    Reyhanlı Patlaması: 52 Ölü, 155 Yaralı

    11 Mayıs 2013’teki saldırı, Hatay/Reyhanlı’da iki bomba yüklü aracın patlatılmasıyla gerçekleşti. Bu eylemde, 52 kişinin hayatını kaybettiği, 155 yaralı olduğu açıklandı. Olayın ardından İçişleri Bakanı Güler saldırının yine Suriye istihbarat birimi Muhaberat tarafından yapıldığını iddia etse de Suriye bu iddiaları reddetti.

    Türk Emniyeti, faillerin mevcut Suriye rejiminin istihbarat servisinde görevli subaylarla ve THKP/C Acilciler terör örgütü lideri Mihraç URAL ile bağlantılı olarak lojistik ve finansal destek sağladıkları ve saldırıyı gerçekleştirdiklerini açıkladı.

    Suriye Helikopteri Düşürüldü

    16 Eylül 2013’te Türk hava sahasını Hatay Yayladağı bölgesinde 2 km. ihlal ettiği bildirilen MI-17 tipi Suriye helikopteri Türk savaş uçakları tarafından füze ile vurularak düşürüldü. Bu olay sonrası TBMM Suriye’den kaynaklanacak tehditlere karşı hükümetin yurtdışına asker gönderme yetkisini 4 Ekim 2014’e kadar uzattı.

    Suriye Savaş Uçağı Düşürüldü

    23 Mart 2014’te de benzer şekilde Türk hava sahasına girdiği belirtilen Suriye’ye ait MIG savaş uçağı hava devriye görevinde bulunan bir Türk F-16’sı tarafından düşürüldü. Suriye tarafı doğal olarak herhangi bir ihlal olmadığını belirtse de Erdoğan “Eğer sen benim hava sahamı ihlal edecek olursan bundan sonra bizim tokadımız ağır olur.” şeklinde açıklama yaptı.

    Türkiye’nin Suriye muhalefeti ile olan ilişkileri, özellikle 2012 ve sonrasında birçok spekülasyona sebep oluyordu. Türkiye’nin sadece muhaliflere örgütlenme konusunda yardımcı olmadığı aynı zamanda silah ve mühimmat yardımında da bulunduğu iddia edildi. 18 Aralık 2013’te Türk Dışişleri Bakanlığı Suriye’ye silah-mühimmat ihracatı yapıldığı yönündeki iddiaları reddediyordu.

    MİT Tırları Suriye’ye Gidiyor

    Henüz bu açıklamanın üstünden iki hafta geçmemişken, 01 Ocak 2014’te Hatay/Kırıkhan’da ve 19 Ocak 2014’te Adana/Ceyhan’da, MİT’e ait olduğu iddia edilen ve içinde Suriye’ye gitmek üzere askerî mühimmat bulunan TIR’lar Türk Jandarması tarafından durduruldu. Bu iki olay, hem de kendine bağlı kolluk güçlerince suçüstü yapılan AKP rejimini önce afallattı.

    Skandalın ardından, tırların içinde silah ve mühimmat bulunduğu reddedildi. Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, Hatay’da durdurulan TIR’la ilgili ertesi gün, “Orada Türkmenler var. TIR’da Türkmenlere giden yardımlar var. Herkes işini bilecek. Siz içini biliyor musunuz?” şeklinde açıklama yaptı. Daha sonra kendine gelen rejim aparatları, görevini ifa eden kolluk personelini cezalandırarak, skandalın üstünü kapatmaya çalıştı.

    Rejimin şimdiki ortaklarından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, tırların içinde bulunan mühimmatlara ait fotoğraf ve videolarının ortaya çıkmasından sonra, “MİT Tırları AKP’nin elinde patlamıştır” açıklaması yaparak tırlarla silah taşınmasını bir ihanet olarak adlandırdı.

    Suruç Katliamı: 34 Ölü, 100 Yaralı

    20 Temmuz 2015’te Şanlıurfa/Suruç ilçesinde düzenlenen bombalı intihar saldırısında, saldırgan dahil 34 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi yaralandı. Eylem, aralarında Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)’nin gençlik kolu üyelerinin de bulunduğu 300 kişinin IŞİD’in Kobani Kuşatması sonrası, Kobani’nin yeniden inşa çalışmaları konusunda basın açıklaması yaptığı sırada meydana geldi.

    Saldırıyı IŞİD üstlendi. Canlı bombanın da IŞİD ile ilişkisi belirlendi. Daha sonra bu teröristin abisi, 10 Ekim 2015’te Ankara Tren Garı önünde meydana gelen 103 kişinin yaşamını kaybettiği canlı bomba eylemini gerçekleştirdi.

    IŞİD’in Türkiye içerisinde özellikle AKP muhalifi sayılan gruplara yönelik eylemlerinin detaylarına bakıldığında başta MİT olmak üzere emniyet birimlerinin büyük ihmalleri söz konusuydu. AKP rejimi içeri dönük siyasetinde ortamı şekillendirmek amacıyla IŞİD ve türevi Cihadist örgütleri kirli operasyonlarında taşeron olarak kullandı.

    Patlamalar ve Seçim

    2015 Haziran Genel Seçimlerinde tek başına iktidar olamayan AKP, bu eylemlerle kaybettiği kitleyi korkutarak tekrar kendi etrafında konsolide etmeyi başardı. Hatta Davutoğlu, Ankara Gar Katliamı sonrası AKP’nin oylarının arttığını söyleyecek kadar ileri gitti. AKP, Suriye’de faaliyet gösteren bu terörist gruplara Türkiye içerisinde imtiyazlı ve dokunulmaz bir yaşam alanı tahsis etti. Bununla birlikte Suriye’de kaynakların sömürülmesi gibi akçeli işlerde de bu gruplarla ortak hareket etti.

    Rusya Devreye Giriyor

    1971 yılında Suriye ile Rusya arasında yapılan anlaşma ile Rusya Tartus’taki deniz üssünde bir donanma ile askeri varlık göstermektedir. Bunu Palmira ve Hmeymim’deki hava üsleri ve hava savunma sistemleri ile geliştirdi. Rusya, 30 Eylül 2015’te Esad’ın desteğiyle Suriye İç Savaşı’nda karşı gruplara karşı hava saldırıları ile askerî müdahaleye başladı.

    Türkiye, Rus Savaş Uçağını Vurdu

    Türkiye, 24 Kasım 2015’te Suriye’nin kuzeyinde hava saldırıları düzenleyen bir Rus savaş uçağının bütün uyarılara karşın hava sahası ihlali gerçekleştirince düşürüldüğünü açıkladı. AKP rejimi bu sefer Suriye’de Ruslarla sancılı bir süreç yaşamaya başladı. Putin, Türkiye’ye karşı bir dizi yaptırımı onayladı ve Erdoğan’ın kirli çamaşırlarını ucundan göstermeye başladı. Rusya, Türkiye’nin Suriye’de IŞİD’in kontrolü altında bulunan bölgelere yasadışı yollardan silah ve mühimmat gönderdiğini ve petrol aldığına ilişkin belgeleri BM Güvenlik Konseyi’ne sundu.

    2015 yılında, ABD destekli YPG birlikleri Suriye/Haseke, Rakka ve Tel Abyad’da yönetimi ele geçirdikten sonra Arap ve Türkmen sivillerin yaşadığı bölgeleri kullanılamaz hale getirerek, bölge sakinlerini zorla yerlerinden ederek insan haklarını ihlal etmeye başladı. Ayrıca PYD/YPG unsurları, ABD hava taarruzlarının desteğinde IŞİD’in elinde bulunan El-Bab, Münbiç, Rai ve Cerablus’u da içine alan Fırat Nehri’ne kadar olan alanı ele geçirdi.

    Düğünde Canlı Bomba: 59 Ölü, 90 Yaralı

    24 Ağustos 2016’te TSK, Türkiye’nin desteklediği ÖSO unsurları ile birlikte bölgedeki IŞİD ve YPG unsurlarına karşı Fırat Kalkanı Harekâtını başlattı. Bundan dört gün önce de IŞİD, Gaziantep’te bir düğünde canlı bomba eylemi gerçekleştirdi. Saldırıda 59 kişi yaşamını yitirdi, 90’ın üzerinde kişi yaralandı. AKP rejimi bu olayın da üstünü kapattı.

    Fırat Kalkanı’na dönecek olursak, önce topçu atışlarıyla Cerablus bombalandı. Daha sonra tank ve zırhlı personel taşıyıcılarla Suriye topraklarına girilerek ÖSO ile birlikte bölge IŞİD’den alındı. Suriye hükûmeti Türk tanklarının sınırı geçip Cerablus’u kontrol altına almasını “egemenlik ihlali” olarak değerlendirdi.

    Suriye Uçağından Bomba: 3 Türk Askeri Şehit

    ABD ve Koalisyon Güçleri, IŞİD hedeflerine yönelik harekata hava desteği sağladı. Operasyonda yer yer TSK ve YPG unsurları kaçınılmaz olarak karşı karşıya geldi. Harekât esnasında, Rus uçağı krizinin yıl dönümü olan 24 Kasım günü bir Suriye uçağından atılan bomba ile üç Türk askerinin şehit olduğu açıklandı.

    Bu Sefer Rus Uçağı: 3 Şehit, 11 Yaralı

    09 Şubat 2017’de bu kez bir Rus uçağı üç Türk askerinin ölümüne, 11’inin yaralanmasına neden oldu. Nitekim Erdoğan, 29 Mart 2017’de gerçekleştirilen MGK toplantısı sonrasında harekatın başarıyla sonuçlandığı ifade etti.

    Suriye’deki çatışmalara çözüm bulabilmek için BM nezdinde gerçekleşen Cenevre görüşmelerine alternatif olarak, Rusya’nın çatışmalara bizzat müdahil olmasıyla beraber Ocak 2017’de Rusya, Türkiye ve İran garantörlüğünde Astana görüşmeleri başladı. Ne var ki, bu görüşmelerde de somut bir başarı elde edilemedi. Esad, Erdoğan’ı IŞİD ile aynı ideolojide olmakla suçluyor, Astana sürecinde Rusya ve İran’ın Suriye’deki ‘meşru devletin’, Türkiye’nin ise ‘teröristlerin’ garantörü olduğunu söylüyordu.

    (Devam edecek)

  • Sancılı Dönemin Kısa Özeti-5 | 2022-Son Viraj

    Türkiye’nin Suriye Politikası

    2022 yılına gelindiğinde iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişebileceği yönünde bazı sinyaller gelmeye başladı. Örneğin Prag Zirvesi sonrası basın toplantısında Suriye’de Esad’la bir görüşme olup olmayacağı sorusuna, “Mümkün değil diyemem, vakti geldiğinde görüşebiliriz” yanıtını veren Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yönde önemli bir sinyal vermiş oldu

    Diğer yandan Şubat 2022’de Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden, ABD güçlerinin DEAŞ elebaşı Ebu İbrahim el Hâşimi el Kureşi’yi Suriye’de düzenlenen bir operasyonda öldürdüğünü açıkladı. Bunun üzerine Türkiye’de hükümet, Uluslararası arenada Suriye politikasında haklı olduğunu, özellikle de Suriye sınırları içerisinde yapılan sınır dışı harekatlarda uluslararası hukuka aykırı bir durum olmadığı iddialarına dayanak noktası bulmuş oldu.

    Hemen müteakibinde de yapılacak yeni bir harekat için hazırlıklarını yoğunlaştırdı. İç ve dış kamuoyu ikna için tüm propaganda kanallarını kullanmaya başladı.

    (Burada vurgulamakta fayda görülen bir husus var, o da şu ki: Yapılacak bir askeri harekatın bu kadar pervasızca etrafa duyurulması askeri harekat ve stratejinin prensiplerine aykırıdır. Ancak Türkiye’de herhangi bir siyasinin veya toplumun refah durumu iyi olan herhangi bir kesiminin evladı tehlikeli bölgelerde görev yapmadığı ve şehit olma riski olmadığı için bu durum çok önemsenmez. Ancak bu durum başlı başına değerlendirilmesi gereken karmaşık sosyolojik bir konu olduğu için ayrıca üzerinde durulması gerekir.)

    Ancak çok bariz bir şekilde Tahran zirvesine kadar Suriye’ye yeni bir harekat için oldukça istekli görünen Türkiye, İran ve Rusya’dan bu konuda olur alamayınca planlarını değiştirmek zorunda kaldı.

    Esad’ın Erdoğan’dan 5 Talebi

    Müteakip günlerde Erdoğan’ın 11 yıl önce başlayan Suriye iç savaşında sürdürdüğü Esad karşıtı politikadan geri adım atması üzerine Şam yönetimi de kendi şartlarını açıkladı. Bu kapsamda, Erdoğan’ın Suriye lideri Beşar Esad ile telefonda görüşeceği iddia edilirken, iktidar kontrolündeki “Türkiye gazetesi” Esad’ın Erdoğan’dan 5 talebi olduğunu yazdı.

    Yayımlanan haberde, Şam yönetiminin öne sürdüğü iddia edilen şartlar şöyle sıralanıyor:

    • İdlib’e Suriye yönetiminin kontrolünün geri dönmesi,
    • Reyhanlı-Cilvegözü Sınır Kapısı ile Kesep Gümrüğü’nün de Şam yönetimine devredilmesi,
    • Cilvegözü-Şam arasında ticari koridor,
    • Suriye’nin doğusundaki Deir el-Zor-Haseke ile Halep-Lazkiye hattında M4 adıyla bilinen stratejik ulaşım koridorunda (M4) Şam’ın tam kontrolü,
    • Avrupa ve ABD’nin Esad yönetimini destekleyen bürokrat, iş adamı ve şirketlere dönük yaptırımları konusunda Türkiye’nin destek vermesi.

    İstihbarat Şefleri Görüşüyor

    Gelinen noktada iki ülke arasında istihbarat birimlerinin görüştüğünü ve sürekli bir iletişim kanalının açık olduğu görülmekte. MİT Başkanı Hakan Fidan’ın son zamanlarda Suriyeli mevkidaşı Ali Memluk ile çok sayıda görüşme gerçekleştirdiği de pek çok basın yayın kuruluşu tarafından açıkça zikredilen bir konu. Hatta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Suriye ve Türk istihbarat örgütleri arasında temasların olduğunu, Suriye ile olası diyalog için ön şartlarının olmadığını söylemişti.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşmeye yeşil ışık yakan son açıklamalarının ardından Ankara ile Şam yönetiminin ne gibi konu başlıklarını ele aldığı ve uzlaşmaya varıp varamayacağına ilişkin tartışmalar devam ederken, sürecin istihbarat görüşmelerinden çıkacak sonuca göre şekillenmesi bekleniyor.

    2011’de Suriye’de başlayan iç savaşta Esad rejimiyle ipleri koparan ve Suriyeli muhalif gruplara güçlü destek veren Türkiye, jeopolitik dengelerin değişmesiyle birlikte başka ülkelerle yaptığı dış politika açılımlarının bir parçası olarak ve iç siyasi gerekçelerin de etkisiyle Şam yönetimi ile ilişkileri bir süreç içinde yeniden onarmak istiyor.

    Erdoğan: “Suriye’nin Başkanı ile de görüşme yoluna gidebiliriz”

    Prag’daki Avrupa Siyasi Topluluğu’nun ilk toplantısının ardından düzenlenen basın toplantısında Erdoğan, bir gazetecinin “Suriye Devlet Başkanı ile bir görüşmeniz olması mümkün mü?” sorusu üzerine “Şu an itibarıyla böyle bir şey tabii söz konusu değil. Ama mümkün değildir gibi bir ifadeyi kullanmam da… alışılmış bir siyasetçi değilim. Dolayısıyla bir vakti, saati geldiğinde biz Suriye’nin Başkanı ile de görüşme yoluna gidebiliriz” yanıtını verdi.

    Gelen bilgiler ışığında yapılan değerlendirmelerde iki ülkenin de karşı taraftan beklentilerinin olduğu ve ilişkilerdeki olası gelişmelerin bu konularda atılacak adımlara bağlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan ilişkilerdeki gelişme mutlaka liderlerin görüşmesine yetmeyebilir, bunun yerine ise bakan düzeyinde bir görüşme olabilir.

    Putin Faktörü

    Sürecin ve ilişkilerin geleceğini öngörmenin zorluğu ise denklemin kilit aktörlerinden birisi olan Putin’in durumuyla ilgili. Hem kendi ülkesinde hem uluslararası camiada pek çok ölümden sorumlu tutulan Putin’in zor zamanlar geçirdiği bir gerçek. Ancak Suriye’deki ve de Türkiye’deki Rus etkisi ve taraftarları asla küçümsenmemelidir. 

    Bitirmeden, şunu da bir ip ucu olarak not etmekte yarar var: Türkiye’nin Suriye politikasının yönünü öngörmek için hükümetin kontrolündeki medyaya göz atmak yeterlidir.  Suriye devlet başkanının ismi Esad olarak zikrediliyorsa bir diyalog arayışı, Esed şeklinde ifade ediliyorsa hükümetin çatışma ve gündem değişikliğine ihtiyacı olduğu kabaca kestirilebilir.

    (1.Bölümün sonu)

    (2.Bölüm: Suriye’de Ne Oluyor Türkiye Ne Yapıyor -Devam edecek)